ve Direnişinin Düşündürdükleri Üzerine iki Belge Daha.

Ben daha önceleri  Başta Kürecik, Balyan, Kürne, Sinemil, Kıstıklı, Koçgiri, Kahte, Haçova, Dırıjan olmak üzere 38 büyük aşiretin Kürt ve yerel inançtan olduğunu 1100 yıllarından sonra Hz. Muhammet’in torunu ve Hz. Alinin oğlu İmam Hüseyin ve onun taraftarlarının bağnaz İslamlığa karşı çıkışlarına, mazlumun yanında olma uğruna ölümü göze almalarından, bu dik duruş tutumundan da etkilenerek onun İslami inacını Yahudilik, Hıristiyanlık gibi inançlarında insani yönlerini alarak kendi yerel inançları ile özümseyerek, Anadolu’ya has KIZILBAŞLIK- Alevilik inancını oluşturarak geliştirerek içinde yer almışlar.

Selçuklulara ve Osmanlılılar karşı baş kaldırmış olduklarını bunu başta Fransız ve İngiliz, Rus, Mısır Arşivlerinde  onlarca kaynak olduğunu yazmıştım.Elbette daha sonraları Yavuz Sultan Selim döneminde İran’da Şah İsmail’in daha çok insanı merkez alan, sanat, kültüre verdiği öneme duyulan yakınlık veya o savaş döneminde  Osmanlıya baş kaldırıyorlar. Asker vermiyorlar. Vergi vermiyorlar Ayrıca Osmanlı ordusuna katır, at evcilleştirmiyorlar. Bunun sonucu Yavuz Sultan Selim büyük bir katliam uyguluyor.

Bazı köy ve Aşiretler bu baskıdan kurtulmak için Sünni inancını, bazılarında  Türkleşmeyi kabul ederek Osmanlılının saflarına geçtiğini yazmıştım. Yazılarımda sık sık bu günde içimizde çıkan parmakları kalem tutan bazı insanların da bilerek veya bilmeyerek Türk Irkçılarının bin yıldır yapamadıklarını  yapmaya çalışarak Sivas Maraş, Adıyaman, Bingöl, Erzincan, Tunceli Elazığ, Diyarbakır ve Urfa’ya uzanan Kürt Alevi  alanında yaşayan Kürtleri Alevileştirmek ve sunileştirmek için  çaba gösterdiklerini vurgulamaya çalıştım. Büyük bir kısmı babası veya dedesinin söylemine dayandırdı savını. Ama babasına, dedesine sormadı şu soruyu: “Eskiden okul yoktu, Radyo, TV. yoktu dedemin dedesi nasıl Kürtleşti, Kürtleştiniz?  Peki bu Balkan ülkelerinden, Afganistan ve  doğu Arap ülkelerinden getirilip bu aşiretler arasına yerleştirilen Türk köyleri neden Kürtleşmediler?..

Bu gün  Aso Zagorosi nin Elektronik sayfasında okuduğum ve kendisiyle Telefonda  üzerinde uzun uzadıya konuştuğum aşağıdaki yazı ve Fransız Arşivlerinden ele geçirdiği iki kitapçık benim daha önce  söz ettiğim arşivleri ve savımı doğrulamaktadır.  Osmanlılar  bu gün ki Akçadağ (Arga – Kürecik) merkez olmak üzere   yukarıda verdiğim alanları Sunileştirmeden, Türkleştirmeden  Diyarbakır, Şırnak, Mardin, Siirt, Bitlis, Van, Erzurum vs. alanları içinde kalan Kürtleri de asimile edemeyeceğini biliyordu.

İnanıyorum ki Aso Zagrosi’nin bu aşağıda ki yazısını okuyan parmakları kalem tutan insanlarımız artık atalarının kökenini hayali bir Horasan da aramayacaklar gerçekten büyük anne ve babalarının, kendilerinin içinde doğdukları toprak ve toplumda arayacaklardır.

 

Aso Sagrosi’nin yazısı aşağıda hepimize olaylara daha akılcı yaklaşmamızı hatırlatıyor sanki:

 

“Akçadağ Kürt Direnişinin düşündürdükleri(1)
Aso Zagrosi
Kürt tarihinde Osmanlılar tarafından en çok katliamların yapıldığı dönemlerden biri de 1800’lerden başlayarak 1800’lerin ikinci yarısına kadar süren dönemdir.
Osmanlı devleti yüzyıllarca Kürtistan’da yarı bağımsız bir şekilde varlığını sürdüren Kürt Mîrlerinin varlığını son vermek isterken Kürtistan’ı adeta harabeye çevirdi ve yüz binlerce Kürdü katliamdan geçirdi.
Osmanlı devletine karşı direnişe geçen Kürt Mîrleri başarıya ulaşmış olsaydı, bağımsız Kürtistan devleti de ortaya çıkardı. Zaten klasik Kürt edebiyatının doruğa ulaştığı dönem Kürt Mîrlerinin dönemidir.
Fakat sonuçta Kürt Mîrleri Osmanlı devletine karşı yenildiler.
Osmanlılar ve Türklerin Kürtleri ve Kürt Mîrlerini aşağılamak amacıyla geliştirdikleri tezler kollektif Kürt hafızaları zayıf olan Kürt kesimleri tarafından da kabul gördü.
Ne de olsa sorun Osmanlı ile Osmanlının baç ve haracını toplayan vali, kaymakam ve mutesarfı arasındaydı.
Bazıları da hızını almayarak „aydın „ pozisyonuna girerek kitaplarda okuduğu milliyetçilik/nasyonalizm üzerine yazılan tezleri Kürt Mirlerinin dönemine uygulamaya kalkarak, yazılı bir kaynak bulmayınca da bunların „ulusal bir özelliği yoktu“ sonucunu herkese empoze ettiler.
Kürt tarihini bu şekilde okumak Kürtleri sonsuza kadar Türk, Arap ve Fars sömürgecilerine mahkum etmektir.
Zaten bu perspektif Kürtistan’ı işgal eden güçlerin hesaplı ve geleceği ön gören perspektifidir.
Zaten bu perspektif Osmanlı devletinin yüz binlerce Kürdü nasıl kıyımlardan geçirdiğini örten ve araştırmaların yolunu tıkayan bir perspektiftir.
Osmanlıların Kürt Mîrlerine karşı savaşları takip eden yabancı gözlemcilerin bir çok çoğu „Osmanlının Kürtlere karşı savaşı“ olarak bu direnişleri kayıt altına aldıkları görüyoruz.
Kürtlere dışarıdan empoze edilen ve Kürtlerin ulusal hafızalarını tahrip eden bu yaklaşımlar Türk Cumhuriyeti dönemine ilişkin tespitlerde görülüyor.
Mesela Kürt tarihinin farklı dallarında bir dizi esere imza koyan sayın Mehmet Bayrak Kürt Tarihi Dergisinin 2. Sayısında „Milli Mücadele de İç Toros Kürtleri“ ana başlığı altında bir makale yayınladı. Makale de uzun bir şekilde Sinemilli ve Atmalı Alevi Kürt aşiretlerinin Kemalistlerle birlikte Fransızlara karşı nasıl savaştıklarını anlatıyor. Sayın Bayrak’ın unuttuğu bir şey var Xurşid Ağa ve çevresi de İttihat ve Terakki artıkları olan Kemalistlere karşı Fransa’nın safında savaştılar.
İttihat ve Terakki artıkları olan Kemalistlerin Kürtistan’ı yeniden işgal etme girişimlerini „Milli Mücadele“ demek doğru değildir..
Bu „Milli Mücadele“ terminolojisi Kemalistlerin bize empoze ettiği bir terminolojidir.
Fransa Antep, Urfa, Maraş ve Adana gibi bölgeleri işgal ettiği zaman Kürtler yoğun bir şekilde ilk dönemler Fransa ile geçindiler ve hatta bir dizi ilişkileri oldu. Süreç içinde Fransa’nın Ermeni, Asuri ve Keladanilere ilişkin devlet kurma projesini Kürtler gördüğü zaman direnişe geçtiler. Zaten Ermeniler alanda devletini de ilan ettiler.
Fazla uzatmadan bir örnek ile hususu kapatmak istiyorum. Fransa(Kurt) Kürtistan’ı işgal ettiği zaman Kürtler (koyun) direnişe geçtiler. İttihat ve Terakki artıkları (Kasap) Kürtlere yardıma geldiler. Kürtler sonradan acı tecrübelerle kasapların niye yardıma geldiklerini öğrendiler.
Hafiz Paşa’nın Kürtistan seferi sırasında (1837) alan da bulunan Baptistin Poujoulat’ın anlatımlarına göre „Rewanduz Mir’inin teslim olmasından sonra savaş daha da kızıştı……………….. Bu canavarlık 3 ay sürdü. 10.000 Kürt elde silah yada işkence ile öldürüldü……… Savaş boyunca Kürtler ise 4000 Osmanlı askerini öldürdü. Bu arada sayısız Kürt köyleri talan edildi ve yakıldı.“
„Hafız Paşa 6000 Kürt ailesini Diyarbakır bölgesine getirdi“.
Yazar anlatımlarına devamla Hafız Paşa’nın Alacadağ . Arga Kürtlerine yöneldiğini yazıyor. Yazar Alacadağ’ın eteğinde bulanan Arga adlı bir köyüne geliyor ve orada esir alınan Kürtleri görüyor.
Burada sözü yazara bırakalım:
„Arga’dan bir kaç adım ötede yakıcı Alacadağ kayalıklarının dibinde tozlu toprak üzerinde gölgelikten yoksun bir alanda farklı cins ve yaşlarda 4000 Kürt tutsak vardı. Kendilerine bir çeşit çadır yapmak için yanlarında bir parça bez dahi yoktu. Onlar yakıcı güneşe terk edilmiş durumdaydılar. Günün yakıcı sıcaklığına dayanmadıklarından yüzlerine toz ve toprağa gömüyorlardı. Bu kadınların, erkeklerin, genç kızların ve çocukların esas çoğunluğu tam çıplaktılar. Bazıları yırtılmış bir bezi bellerine bağlamışlardı. Acı ve umutsuzluk hepsinin yüzünde okunuyordu. Korkunç bir korku ve acı vardı………………Kadınların ağlaması ve iniltileri, süt çocuklarının ağlamaları yürek yakıcıydı. Bu 4000 Kürt en korkunç acıya terk edilmişti. Bana İnferno mahkumlarının ürkütücü/korkutucu acılarını hatırlatıyordu. Bu bahtsızlar 6 günden beri buradalar. Yiyecek olarak bir parça siyah ekmek ve yakındaki dereden getirilen su. 3 gün içinde 20 çocuk analarının kucağında öldüler. Çünkü verecekleri sütleri yoktu. Kederli anneler ölü çocuklarından kopamıyorlardı. Anneler cansız çocuklarını kolları arasında sıkı sıkı sarılıyorlardı. Umutsuzluk içinde çocuklarının ölmediğini söylüyorlardı. Bu 4000 Kürt’e 600 düzenli ordu askeri refakat ediyordu. Bir Türk Albayın çadırında bir kaç saat istirahata çekildim. Albay bana bu bahtsızları Malatya’ya yada başka bir yere götürmek için general’in emrini bekliyoruz dedi.“
Kürt tarihi hakkında Kürt gençlerinin daha sonra yapacakları kapsamlı araştırmalar yardımcı olmak amacıyla bulduğum belge ve verileri yayınlamaya çalışırken Kürt coğrafyası hakkında bilgilerimizin ne kadar zayıf olduğunu fark ettim.
Bu bilgi zayıflığının bir çok nedeni var: Bunlardan biri Kürtlerin kendi tarihlerine ve yaşanan Kürt katliamlarına ilişkin yazılı belge bırakmamaları, Türklerin Kürt tarihine ilişkin giriştikleri tarih Vandalizm’i ve Kürt yerleşim birimlerinin isimlerini değiştirmeleri önemli rol oynamaktadır.
Örneğin yukarıda verdiğim alıntıda B. Poujoulat Alacadağ’dan söz ediyor ve „Alacadağ’da yapılan Kürt katliamı ve 4000 Kürt esirinden“ den söz ediyor.
Alacadağ ismiyle Kürtistan’da Serhad vb bölgelerde dağ ismi var. Fakat, Malatya’da Alacadağ ismiyle bilinen bir dağı bilmiyordum.
Bilindiği gibi Alman Generali Moltke 1837-1839 yıllarında Kürtistan’da yapılan katliamlar sırasında Osmanlı ordusuna danışmanlık yapıyor.
Moltke Mektuplarının bir çoğunu „Asbusu Malatya“ dan yazıyor. Çünkü Hafız Paşa önderliğindeki Osmanlı Ordusunun karArgaı Malatya’da bulunuyordu. Osmanlı ordusu alana geldiği zaman Malatya halkını evlerinden çıkarıyor ve kendileri yerleşiyor. On binlerce insanın evlerine el koyuyorlar. Daha sonra Osmanlı ordusu çekilince „ Eski Malatya“ boş kalıyor ve kimse de dönmüyor. „Yeni Malatya“ serüveni de böyle başlıyor.
İşte burada işgalci güçlerin Kürtlere neleri reva gördüğünü açık bir şekilde görüyoruz.
P. Poujoulat sözünü ettiğimiz eserinde 4000 Kürt esirinden söz ederken „Arga’dan bir kaç adım ötede bulunan Alacadağ’dan“ söz ediyor.
Ayrıca P. Poujoulat eserinde „Malatya’dan ayrıldıktan sonra atla 4 saat yolculuktan sonra Arga adlı bir Kürt köyüne vardık“ diyor.(daha detaylı bilgiler için Baptistin Poujoulat İstanbul ve Ön Asya’ya yolculuk adlı eserinin 1841 Paris baskısının 1.cildine bakınız)
Demek ki yazarın sözünü ettiği dibinde Kürt köyü Arga’ın bulunduğu Alacadağ Malatya’dan 4 saat uzaklıkta bulunmaktadır.
Yani yazarın „Arga“ olarak sözünü ettiği „Kürt köyü“ aktüel olarak şehir merkezinin „Türkleştirildiği“ Akçadağ’dır.
Çünkü, Arga bugün Malatya’ya bağlı Akçadağ kazasının mazisi çok eskilere dayanan ismidir.
Yazar Kürt esirlerinin içinde bulunduğu yürek yakan durumunu tarif ederken „Bu bahtsızlar 6 günden beri buradalar. Yiyecek olarak bir parça siyah ekmek ve yakındaki dereden getirilen su.“dan söz ediyor.
Yazarın „dere“ olarak tanımladığı bugün Akçadağ’da bulanan „Sultan Suyu“ dur.

Yazar Akçadağ’dan(Arga) Malatya’ya geri dönüşünü ve Kürtlerin yaşadıkları trajediyi şöyle anlatıyor: „ Arga’dan Osmanlı Kampına dönüşümüz sırasında ben Osmanlı Ordusu tarafından harabeye çevrilen 15 Kürt köyünü saydım. Savaş isyancılara arpa ve buğdaylarını biçip kaldırmaya zaman bırakmamıştı………….. Biz yol boyunca aralıklarla savaşta ölen Kürt ve Türklerin cesetlerinin kaya yığınlarıyla örtüldüğü bir çok kümeyi gördük“…
Bu belgeden de açık bir şekilde görülüyor, ki Osmanlı devletinin 1837-1839 sürecinde Kürt Mirlerine karşı giriştiği savaş ve katliamlar sırasında Akçadağ bölgesi de ciddi bir direniş merkezidir. Akçadağ yada eski tarihi ismiyle Arga derken bugünkü darlaştırılmış şekliyle değil. O dönemler Hekimhan, Hasan Çelebi, Hasan Badrik, Darende ve Çiftlik gibi yerleşim alanları da Akçadağ’a bağlı köylerdi.
Böyle bir geniş coğrafyayı düşündüğümüzde Kürt direnişinin yayıldığı coğrafyayı daha açık bir şekilde görebiliyoruz.

Akçadağ yada Arga Kürt direnişi hakkında başka bir belgeyi daha aktarmak istiyorum. Bu belge bir Ermeni kaynağından alınmıştır. Son yıllarda Kürt-Ermeni ilişkilerinden kırılma noktalarına bir hayli kafa yordum. Bu belge hem Akçadağ Kürt direnişi, hem Ermeni- Kürt ilişkileri ve hem de Osmanlı devletinin Kürtistan’daki etnik yapılanmaları birbirlerine karşı kullanma açısından önemlidir.

Ermeni yazarı Garabed Toursarkisian kaleme aldığı ve Archag Tchobanian’ın 1897 yılında Fransızcaya çevirdiği
“Zeïtoun, depuis les origines jusqu’à l’insurrection de 1895” adlı eserinden şöyle yazıyor:
“AKÇADAĞ SAVAŞI
1849 yılına doğru Akçadağ Kürtleri , çevre bölgeleri işgal etmeye , yakıp/yıkıp talan etmeye ve Sivas bölgesini tehdit etmeye başladılar. Türk hükümeti onlara boyun eğdirmek istiyordu. Başvezir’in kendisi İstanbul’dan 50.000 gibi büyük ordu ile bölgeye geldi.
Osmanlı Ordusu dört bir yandan Akçadağ’ı kuşattı ve şiddetli saldırılarda bulunmaya başladı. Kürtler dağlara çekilerek ve boğazları tutarak Osmanlı Ordularını bir çok defa geri püskürtüler. Ezilmiş, yenilmiş ve yıpranmış Osmanlı Ordusu yeniden savaşa başlama kabiliyetini göstermiyordu. Fakat, Kürtlere boyun eğdirmek zorunluydu. Zira Kürtlerin zaferi daha önceden Osmanlı güçlerine karşı bağımsızlıklarını ilan etmek için isyan halinde olan tüm aşiretleri cesaretlendirecektir. Kürt isyancılarının hakkından gelmek için hükümet mecburiyet karşısından Zeytun Ermenilerinden yardım istedi. Bu yardımın karşılığında Zeytunlu Ermenilere ayrıcalıklar verecekleri sözünü verdi. Zeytunlular hükümetin önerisini askeri güçlerinin Osmanlı ordusuna katılmaksızın, kendi prenslerinin komutasında bağımsız bir güç olarak savaşa katılması şartıyla Kabul ettiler. Sadrazam Zeytunluların şartını Kabul etti, Kürtlerle Ermeniler arasında savaş başladı. Deli Keşiş(Ermenilerin üzerine bir çok şiir ve şarkı söylediği bir şahıstır. Aso) yeni Bağdat’tan geri dönmüştü ve uzun yılların tecrübesine sahipti. Zeytun prensleri 400 savaşçıdan oluşan bir birliği oluşturarak komutasına Deli Keşişi getirdiler.
Zeytunlular Akçadağ Kalesine tırmanarak Kürtlere ilk darbeyi vurarak kaleyi ele geçirdiler. Zeytunlular Kürtleri katliamdan geçirerek her şeylerine el koydular. Aynı dönem de diğer cephe de Osmanlı Ordusu Kürtler karşısında yenilgiler alıyordu. Zeytunlular kaleyi ele geçirdikten sonra arkadan Kürtlere saldırdılar ve onlara pek çok büyük kayıplar verdiler. Kürtler arasında bir panik başladı ve kaçmaya başladılar. Ancak ondan sonra Türk Ordusu Akçadağ dağlarına girebildi ve intikamı olmak için evleri yakmaya ve kaçanları öldürmeye ve boğazlamaya başladılar.
Başvezir, Zeytun Ermenilerinin kabiliyetine ve cesaretlerine hayran kaldı. Bu arada aklına diğer isyancı aşiretlere boyun eğdirmek için Zeytunlulardan ordusunun öncü birlikleri için bir askeri birlik oluşturmak istedi. Deli Keşiş, Başvezir’in niyetini öğrenince askeri birliğine ganimetlerini almalarını ve gece Osmanlı ordusunu aşarak Zeytun’a geri dönme emrini verdi.
O günden beri Akçadağ boyun eğdive Zeytunlulara karşı derin bir kin besledi.
Bu zafer, Zeytunluların diğer Müslüman aşiretleri arasında itibarını artırdı. Fakat, Türk hükümeti Zeytunluların kendisine yaptıkları hizmet karşılığında ödüllendireceğine, tüm gücünü kullanarak Zeytunluları ezmeye çalıştı”(age, sayfa 103-105)

Sonuç olarak aktarmaya çalıştığım iki belge de açık bir şekilde görülmektedir ki, Akçadağ Kürtleri Osmanlı devletine karşı büyük direnişlere geçmiş ve katliamlara uğramışlar. Okuyucularda fark edecekler ki, Akçadağ Kürt direnişi hakkında bilgi veren iki belge farklı tarihlere işaret ediyorlar. Fransız kaynağı 1837-39 sürecine dikkat çekerken, Ermeni kaynağı 1849 yılına yakın sürece işaret ediyor.
Acaba Akçadağ’da Osmanlı devletine karşı iki ayrı direniş mi var? Yoksa iki yazarda aynı direnişten mi söz ediyorlar? İncelemeye değer bir husustur.
Hafız Paşa esir aldığı 4000 Kürt’ü farklı bölgelere yerleştiriyor. Bugün Malatya, Maraş ve Sivas bölgelerinde var olan Kürt aşiretlerinin kendi aralarındaki kopuklukların bir yanını da bu direnişler sürecinde aramak lazım.”

Yukarıda virgülüne bile dokunmadan bütününü verdiğim Aso Sagrosi’nin yazısı benim sıkça dille getirmeye çalıştığım Kürecik İsyanı (1909 -1915) nı öncesi olduğunu ve Koçgiri, Dersim İsyanı’nı da bir birinden koparılmaması gereken bir zincir olduğunu bir kez daha doğruluyor.

 

23 Kasım 2013