Uyum farklılıkların barış içinde birlikte yaşamasıdır. Bir resim tablosunda ki renkler gibi olması gerekir uyum içinde yaşam. Bu bir toplumun huzuru ve sürekli başarı için olmaysa olmazların ana direklerinden biridir.

Göçmen alan ülkelerde bu sağlanmış mıdır?  Göçmen alan ülkeler genellikle Almanya‘nın gözüne bakıyorlar ve iki dudakları arasında çıkacak olan söze kulak veriyorlar. Almanya‘nın Başbakanı Bayan A. Merkel‘in “Multikulturel anlayış öldü‘ demesi üzerine başta Fransa, Avusturya, Hollanda olmak üzere tüm göçmen alan ülkeler bu ‘Çok kültürlülük görüşü yaşam bulaması” cümlesine dört elle sarıldılar ve tartışmaya başladılar. Bu Almanya Başbakanın yeni vardığı bir düşünce değildir. Siyasette atıldığı günden beri hiç bir zaman çok kültürlülüğü kabullenmedi. Alman milliyetçiliği ile tutucu Katolik inanç ve geleneklerin karması olan bir ideoloji ve bir devlet anlayışı hakim kılmaya çalıştı. Almanya‘da farklı kültürlerin bir arada yaşama anlayışını geliştirme sevdirme yerine‚ Leitkultur‚ adı altında bir tek tip  Mılliyet., Muhazafekar Katolik Alman Kültürü yerleştirmek istemi yaşamın her yanında çalışmalarının ana direği ve hedefi oldu.

Bunun artık büyük ölçüde sadece merkezi hükümette değil hemen hemen tüm eyalet hükümetlerinde de hakim hale geldiğini görüyoruz. Başbakan Angele Merkel Partide Heinrich Geistler, Ruprecht Polenz gibi Almanya’nın gerçekten çağdaş demokrat anlayışının temel direklerini partide önemli görevlerin dışında bırakarak CDU ve Almanya’yı Milliyetçi Muhafazakâr bir alana çekmeyi başardı. Leitkültür yanı ‚Milli Kültür‘ anlayışı zaten ırk esasını içeren bir anlayışın ürünü olarak karşımıza konulduğunu görüyoruz

Göçmenler yerleştikleri be kendilerine ikinci bir anayurt olarak seçtikleri bu ülkelerde ne istediler?

Önce sosyal bir yaşam sürdürmek için çalışacak bir iş garantisi, çocuklarına iyi bir eğitim olanağı ve insanca oturabilecekleri bir konut istediler. Daha öncen doğumdan sahip oldukları yani anne ve balarından aldıkları dili ve kültürü bir pozitif hak olarak korumak ve bunu yaşatmak istediler ve istiyorlar.

Neden? Birincisi bütün bu istemler insanidir. Sosyal bir devletin olmazsa olmazlarıdır. Aynı zamanda bunlar Birleşmiş Milletler Birliğinin temelini oluşturan ve insan haklarında temelini oluşturan haklardır.

Almanya başta olmak üzere göçmen alan AB ülkelerinin siyasi erkleri diyorlar ki “biz uyum istiyoruz.“

Oysa hiç bir göçmenin ‘biz Uyuma karşıyız’ demediklerini bütün siyaset temsilcileri ve bürokratları biliyorlar. Göçmenlerden kiminle konuşsan “mevcut siyası iktidarların estirdiği olumsuz rüzgâr uyumu engelliyor. Yerli halkı özellikle İslam inancından gelen göçmenlerden uzaklaştırıyorlar” diyorlar.

“Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz” denildiğinde yanıtları şöyledir:

“Birincisi 1980 sonrası çıkardıkları iş yasalarında ayrımcılık var. Bu nedenle yabancı kökenliler iş bulamıyorlar.“

Gözlerinin içine baktığımızda yanıtları hazırdır.‘ Mevcut iş yasasına göre, önce Almanlar, sonra Avrupa Birliğine üye ülke vatandaşları iş alabilir bunlardan iş yapacak bulunmazsa ondan sonra bunların dışında kalan ülkelerden gelenler iş alabilir. Burada doğmuş, büyümüş ama Alman vatandaşı her hangi bir nedenle olmamış insan ne kadar iyi bir meslek uzmanı olursa olsun iş alamıyor. Bu ayrımcık değil midir? Bu yasa bile yerli ırk ve yerli inanç ile diğerler arasındaki ayrılığı, birinin öbüründen uzaklaşmasını yaratan büyük bir uçurum değil de nedir?”..

Burada yaşayan göçmenin bu ülkenin dil ve diğer kültür alanlarını öğrenmesi gerekmiyor mu sorunu da kime sorsan üç kelime eksik veya beş kelime fazla aynı yanıtı veriliyor.

“Çocuklar burada kreşe ve okulla gidiyor. Bu çocukların bu kreş ve okul öğretmenlerinden yüksek bir Almanca öğrenmesi gerekir. Eğer buna rağmen bir sorun varsa o zaman eğitim sistemlerini, kreş, okul eğitmen ve öğretmenlerinin başarısızlığını sorgulamaları gerekir?

Evde ana dilde konuşmaları bu ülke dilinin öğrenmesini engellemiyor mu? Sorusunun da akılcı bir yanı yok. Bilimsel araştırmalar bir çocuk en az üç dilli çok iyi bir şekilde paralel olarak öğrenebildiğini binlerce kez kanıtlamıştır. Eğer öyle olmasa varlıklı olanlar çocuklarını başka ülkelerin kolejlerine yollarlar mı? Binlerce insan Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya, Japonya İtalya gibi ülkelerden evlerine çocuk bakıcısı veya özel öğretmen getirtirler mi? Bütün bunlar birden fazla dilin çocuk eğitiminde zararlı olmadığının kanıtlamaktadır. Kısacası çok dillilik her çocuğun ve özellikle bu ülkenin de yararına olduğu bir gerçektir. Sözleşmelerle var olan hakları kullandırmamak kimseye yarar getirmez. Bundan bugün olmazsa bile yarın ülkelerde bireylerde siyasetçilerde yara alır.

O zaman bunca tartışmalar neden? Bu soruya da uyman eğitimciler ve göçmen anne ve babaların yanıtı gayet açık ve anlaşılırdır. Diyorlar ki “Uyumsuzluğu yaratanlar uyum konusunu sadece kendi aralarında tartışan siyasi ve bazı çıkar çevreleridir. Her anne ve babaya sağlıklı çalışılabilinir bir iş verilsin bakalım iş ret eden çıkacak mı? Çocuklar içinde eşit olanaklar verilsin bakalım çocukların sorunu hangi ölçülerde olacak göreceğiz.”

Bunu doğru yorumlarsak haklılar. Anne ve babaya iş verilmezse, çocuk için gereken sosyal olanaklar yaratılmazsa üstelik kreşte, okulda dışlanırsa ve onların zora düştüğü yerde uzman yerine pedagojik bilgi ve beceride yoksun insanlar yollanırsa sorunların çoğalmasına neden olunur. Siyasetçiler bilmiyor mu çocuk daima erginden daha duygusaldır. Daha alıngandır ve tepkisini yanındakini ret etmekle, verilen işe gönülsüz yanaşarak ortaya kor. Ailesine de çevresine de içinde yaşadığı sisteme de sevgi ve saygı duymaz. Nefret etmese bile tepki duyar ve sevmez. Buda yaşamın her alanında sorunlu insanların yetişmesine vesile olur.

Kısacası göçmen içinde yaşadığı toplumla yaşamın her alanında eşit haklara sahip olduğu zaman ne dışlanabilinir, nede göçmen böyle bir duyguya kapılabilir. Bu eşitlik duygusu yerli ve yabancıyı ötekileştirmeyi ortadan kaldırır. Kısacası göçmenler eşitliği sağlayan bir yasa istiyor.

Göçmenlere yerlinin yapamayacağı işler veriliyor. Bu işlere göçmenler özellikle Türkiye’den ve İslam ülkelerinden gelen göçmenler hayır demiyorlar. İş iştir anlayışı ile en düşük ücretlerle en kirli işleri üstleniyorlar ve yapıyorlar. Bunun çaresiz oldukları için kendi yetenekleri ve mesleki alanlar dışında olduklarını bildikleri halde kabulleniyorlar. Elbette buna içten içe tepki de duyacaklar. Bu insani bir tepkidir. Haksızlığa uğradığını bilen hangi insan tepkili olmaz ki?

Derseniz ki özelikle bu ülkelerde elli yıldır yaşayan Türkiyeliler ve diğer İslam ülkelerinden gelen insanların gençleri tepkililer. Bu doğrudur. Çünkü bu topraklarda derisinin renginden, anne ve babasının ırkından, ikinci ana dillerinin konuşmuş olmasından dolayı, Hıristiyan inancından olmadıkları için işsiz bırakılıyorlar. Sağlıklı bir meslek ve eğitim yeri alamıyorlar. Aynı hastane’de doğduğu, aynı dükkânlarda alış veriş yaptığı, aynı kreş ve okulun sınıfında oturduğu arkadaşlarıyla aynı haklara sahip değiler. Yabancı olarak görülmekle de kalınmıyor, üçüncü sınıf belki de 4. veya 5. sınıf insan muamelesiyle karşı karşıya kaldığının farkındalar. Bunun için sisteme, çevresindekilerine hatta ailesine karşı tepkilidirler.

Eğer çocukların başarısızlığı varsa yasal olmayan olaylara karışmışlarsa bütün bunları teşvik eden bu ayrımcılık ve ötekileştirme duygularının bir sonucudur. Bunun için yetkililerin kendilerini ve sistemi gözde geçirmeleri gerekir. Suçlu aranacaksa bunu göçmenlerden değil mevcut yasalardan ve yasa yapımcılarından aramak gerekir.

Çok kültürlülüğü yaşamayanlar, onu tanımayanların “çok kültürlülük anlayışı öldü” demesi sadece gülünç bir davranış olmaktan öteye geçmez. Çok kültürlülük en az iki dili eşit biçimde bilmektir ve bu dillere ait iki ülke halkının geleneklerini, göreneklerini yaşam biçimini iyi tanımak ve onları kaynaştırarak yaşaya bilmektir. Bunu ömründe yaşamayanlar bunun önemini, bunun kazanımlarını, bunu insana verdiği hazı ve bunun topluma, ülkeye kazandıracakları pozitifleri göremez, düşünemez ve kavrayamaz.

Bu ülkede yaşayan Türkiyelileri ve başka ülkelerden gelen insanların çocukların ana dillerini, gelenek ve görenekleri, yaşam biçimlerini yasaklamak, hele de okul bahçelerinde, caddede yasaklamayı bırakın bunu düşünmek bile insani bir davranış değildir. Büyük bir suçtur. Büyük bir suçtur çünkü önce insan hakların ihlalidir. Bundan öte bu insanlardan çok bu ülkeye yapılabilinecek en büyük kötülüktür.

Yılardır süren tartışmaların uyum konusunun insana sosyal devlete yakışır hale getirmek yerine birilerin insanlar arasında uçurumu derinleştirmeye çalışmasına göz yummak, sesiz kalmakta insanlığa bu içinde yaşadığımız ülkeye karşı yapılacak en büyük saygısızlık ve haksızlıktır. Çocukları, insanların ana dilini okul ve kreşlerde yasaklamak onları yok saymak olur.

İnsanların ana dilini yasaklayan bir ülke ne sosyal, ne de demokratik bir ülke olur. Böyle bir anlayış böyle bir yasa olsa olsa ırkçı faşist bir diktatörlük sisteminde olur. Bu 1935 – 1945 arası Almanya, İtalya, İspanya, Portekiz vs ülkelerde denendi O dönemde bu ülke hakları nasıl bir felaket yaşadılar bilmeyen var mı?

Bu faklı milliyet ve inançlardan gelen insanların dil ve inançları hakkında olumsuz söylemler ülkede yaşayan insanlar arasında öfke ve kin yaygınlaştırma yönteminden başka bir işe yaramaz. Anadilde eğitimin karşısında duran, ana dilde konuşmazı yasaklayan, farklı inanç ve kültürleri hiç sayan, dışlayan, kötüleyenler toplum içinde, uyumu nasıl sağlayabilirler?

Sonuç olarak başta Almanya olmak üzere bütün Göçmen alan ülkelerde 50 yıldır yerli ve göçmenler birlikte yaşıyor. Yaşamın her alanında birlikteler. Bir çok alanda ortak bir yaşam oluşturdular. Bunun ötesinde de yüz binlercesi akraba oldu. Kısacası bu ülkelerde yerli halk ve göçmen kökenli insanlar uyum ve barış içinde birlikte yaşamak istiyorlar. Gerçekten uyumun yolu göçmenleri yaşamın her alanında yerlilerle eşit haklara sahip olmakla geçer. Göçmenlerin ana dillerini konuşmaları ve geliştirmeleri bu ülkenin çıkarına olan bir zenginliktir. Bu zenginlik uyumun önünde engel değil tersine daha da toplumu kaynaştıracak farklı ülkelerde toplumuna olanak yaratacak bir önemli olanaktır. Uyumu hızlandıracak bir araçtır. Bunun kavranması gerekir. Ana dilde eğitim ve ana dilini konuşma bir insanlık hakkıdır. Bunu kavramayan engelleyenler sadece uyumun önündeki en büyük engel olmakla kalmıyorlar, aynı zamanda en temel insan hakkına karşı çıkmış oluyorlar.


Münster, 10. Ekim 2010