KÜRCİK İSYANI ÜZERİNE ZORUNLU BİR AÇIKLAMA

Bu güne kadar Kürecik İsyanı’na değinmek istemedim. Orta Okuldayken Kürecik isyanı içinde aktif rol alan amcam Mıstafa’yı Pıxâ’nin anlattıklarını yazdım Ağabeyim Kalender “kapanmış bir yarayı kaşıma” diye beni uyardı ve bir daha bu konuya değinmemem için söz aldı. Ancak ağabeyim 204 yılında Hakka yürüdü. Eğer yaşasaydı ve bugün Kürecik üzerine yazılanları okusaydı. Çok üzülürdü ve şunu söylerdi: “İşte şimdi yazmanın zamanıdır. Kaleminin gücünü göster” derdi ve yazmama destek verir bol miktarda bilgi de vererek yazılarımı beslerdi.

Ben Kürecikliyim. Sinan Cemgil’in de içinde bulunduğu harekete o dönemde sempati duymuş ve içinde bulunmuştum. Benim için o tarihten sonra etnik köken yerine başta Türkiye’de olmak üzere tüm dünya halklarının kardeşliği ve birlikte barış içinde yaşamasına hizmet etmek önemli oldu. Barış ve sevgi, birlikte yaşama hizmet sunmak bir insani görev olduğunu ve önemi olduğunu kavradım. Ancak bu son zamanlarda Kürecik aşireti ve isyanı üzerine yazılanlar beni yazmaya olaya açıklık getirmeme zorladı. Çünkü ben 1912-1916 tarihlerinde yaşanan Kürecik İsyanın asıl Lider kadrosundan olan Pıxoların Alibey’in yeğeniyim. 1915 yılında öz amcam olan Alibey ve Ören Köyüne kayıtlı olan o isyanın yiğitlerinden olan Mahmudi Çavuş ile birlikte Körsülüymanlı, Tatar uşağı ve Bayram uşağı üçgeninde Osmanlı askerleri ile yerli işbirlikçileri pusuya düşürüyorlar. Pıxoların Alibey ve Mahmudi Çavuş teslim olma yerine çatışıyor ve orada ikisi vuruluyor. Bu köylerin adları daha önce Kürtçedir Cumhuriyetle birlikte Türkçeleştirilir.
Amcam PIXOLARIN ALİBEY’in ölümünden sonra Devletin nahiye müdürlükleri, muhtarlık gibi görevler verdikleri bazı insanları araya sokarak isyancıları yatıştırmak ve Osmanlılıyla bazı talepler karşılığında anlaşmaya oturtmak isterler. Bunlardan bazıları o günün devlet yetkilileriyle anlaşır ve devlet içinde görev almak koşuluyla teslim olurlar. Bir Türküyle “Kasım Oğlu Mehmet Ali” adıyla meşrulaştırılan bunlardan biridir. Osmanlı askerine gönüllü olarak teslim olmuştur. Kendisine verilen sözler tutulmamış diğer teslim olanlarla birlikte Elazığ – Harput, Kara Osman mevkiinde asılmışlar. Elbette ki bir genci kandırılarak teslim alınması, ardından idam edilmesi büyük bir acıdır. Mehmet Ali daha gençtir 20 yaşında bile değildir. Türküde “Du nabiye bist saliy” zamanla sanırım notalar veya ses ahengi bakımında değiştirilerek “Mehmet Ali Mehmet Ali du bistçar salıy” şeklinde değişikliğe uğrar. Bunun günümüzde daha değişik söylemlerini de işitiyoruz.
“Dıha Kasıman” yanı şimdiki adıyla “Kasım Uşağı Köyünün bir aşireti yoktur. İçinde ağa olan kimsede yoktur. Kürecik aşireti üzerinde de bir hükmü yoktur. Ancak Kürecik aşireti ve Ahlas Dırıjan aşireti bir birine çok bağlı olan, her ferdi için toptan canlarını vermeye hazır geleneklere sahipler. Kasım Uşağı Köyü kendisi Kürecik Aşiretine bağlı en küçük köylerden biridir. Mehmet Ali’de bir Aşiret reisi olan bir aileden gelmiyor Annesi Elbistan Ahlaslıdır..
Konuya dönersek benim iki amcam Mıstafayi Pıxâ (eşkiye Mıstafa, Çolak İşkiya, Çolak Mısto,  Boncuklu Mıstafa), Sılımane Pıxâ, Alkı Kalıhude, Kısraklı Tilis, Mamı Dırıj, Yusufi Girıkcı, Mamı Şare ve daha onlarca yolldaşları teslim olmadığı, Fransa Devriminden daha demokratik bir düzen istedikleri için 1941 yıllına kadar dağda kaldılar. Bu isyan nedeniyle dedem Pıxo’nun Kürdrsüleymanlı Köyü (Körsüleymanlı) içinde ki ve köy dışında bulunan konağı yakılmıştır. Konaklara şimdi Vila deniliyor. Bizim Evlerimiz yakılırken içinde bir çırpı dahi alınmasına ve hayvanların kurtarılmasına izin verilmiyor. Babam Hamzi Pıxâ / ve Murtuza (Mırtı Pıxâ ) amcam daha küçük yaşta yatakta kurşunlanmış ikisi de sakat yaşamışlar ömür boyunca. Teslim olmayanlar o günün hükümet terimiyle “EŞKIYA”, ama isyancıların terimiyle “Padişahsız, Sultansız, haktan, halktan yana bir düzen isteyenler.”

Bunlar elbette özellikle Kürt ve Alevi inancının haklarını temel alarak isyan ettikleri de bir gerçektir.
Bu isyanın asıl Lideri Elbistan Sinamil Aşiretinden olan Büyük Mustafa Dede’ dir. Onun sağ kolu Pixoların Alibey ve sol kolu da Balyan Aşiretinden olan Polat Dereli Abuzer’dir.
Sinamil’li Mustafa Dede’nin oğul ve çocuklar daha sonra Sinamil oğulları soyadını aldılar.  Amcam Mustafa”nın ısrarı sonucu Mustafa Dedenin oğlu Hasan Dede yani Hasan Sinamiloğlu İşçi Partisinde Milletvekili adayı oldu.
Ağu içen Dedelik Ocağın iki ana merkezi vardır. 1. Alevilerin dedesi olarak tanınan, Cumhuriyetin kuruluşundan ölünceye kadar Malatya Millet Vekili Olan Hüseyin Doğan Dededir. (O bugün Cem Vakfı onur başkanı Prof. İzzettin Doğan’ın basıdır. Erzincan, Tunceli Bingöl ve Malatya’nın Pütürge ve Yeşilyurt Alevileri genellikle bu ocağa bağlılar,
Adıyaman, Akçadağ Doğanşehir, Elbistan, Afşin, Sivas ve kayseri, Adana, Mersin Alevileri Ağu içenler Ocağı olan  Sinamil Ocağına bağlı olmuşlardır. Her iki ocaktakilerde biri öbürünün Mürşit olarak kabul gördüğü için hep birlikte hareket etmişlerdir. İç içe geçmiştir. İşçi partisi ile birlikte gençler arasında ayrım baş göstermiştir.
Sinamil’li Mustafa Dede ne yazık ki onun sağ kolu olan Pıxoların Alibey Amcamın vurulmasının ardından ağır bir hastalık geçirir. Amcası olan Büyük Tacım Dede ve Polat Dereli Eşkıya Bozu ve Gürünlü HIDIR DEDE yönetimi üstlenseler de Osmanlıların verdiği tavizler, yörede mevkilerle payelendirdikleri insanların isyancıların hareket alanlarını daraltmayı başarıyorlar. Bunun sonucu örgütü güçlendiremezler. Bu isyan güçlerini zayıflatmakla kalmıyor, ayaklamanın bir biçimiyle içinde olmuş veya kenarda destekleyenler teslim olmasına yol açıyor. Devlet bu isyancıların halkla ilişkilerini kesmek için dağ köylerinde ki mezralara yerleşmiş olan aileleri Adana, Ceyhan, Kayseri, Konya veya Tokat, Amasya, Adana da kendilerine daha ekilir bir arazi vererek göçe ikna etmeyi başarıyor.
Ayaklanmada tamamen Arimazın’ın içine çekilen isyancılar ve onların halk içindeki güçleri Mustafa Kemal’in Cumhuriyet mücadelesini desteklerler. Anacak Mustafa Kemal’inde kendilerine verilen sözü tutmadığını Amcam Mustafa (Pıxoların Mustafa) ve Mustafa Dedenin Oğlu Hasan Dede, Gürünlü Hıdır ve Gürgür Dede’de konuştuklarında dinlemiştim ve yaşayanlar söylemişlerdir.
Bugün özellikle ikna olarak Osmanlı’nın isteklerini yerine getirenlerin başka yerlere göçenlerin varisleri Kürecik isyanı hakkında bir çok insan yazıyor. Yazılanlar, söylenenler, bana Aziz Nesin”in şu sözlerini hatırlatıyor: “Yeni soyadı kanunu çıkmıştı bütün orta, lise, askeri okul ve yüksekokul öğrencileri vatandaşlara soyadı vererek ayrıca yerleşik insan sayımını da tespit etmek için seferber olmuştuk. Öğrencilerin başında elbet öğretmenler ve subaylar vardı. Biz gittiğimiz mahalle ve köylerde soyadı kaydı yaparken, o semtte yaşayanlarda algıladığım şuydu. Korkak insanlar, yiğit, aslan, kurt, fırtına, çelik, eğilmez, soyadını alıyorlardı. Geçmişte Cumhuriyete karşı olan Osmanlılığı savunanlarda Öztürk, Yılmaz Türk, Baştürk gibi soyadları alıyorlardı. Ayrıca pısırıklar, gelene babam, gidene paşam diyenlerde cömert, dağ, Şahin, Kartal, kaya, kılıç, çelik gibi soyadı tercih ediyorlardı. Biz kayıtları tamamlayınca kumu tınımız ‘haydi çocuklar sizde kendinize bir soyadı seçin’ dedi. Herkes bu saydığım karakterlere uygun soyadı seçtiler. Bir tek yazıp vermeyen ben oldum.
’Aziz Oğlum sen bir soyadına karar veremedin mi?’ diye sorunca yanıtım hazırdı.
’Karar verdim, Komutanım. Benim soyadım ‘Nesin’ dedim. O çok güldü. Tabi gerekçesini de anlattım.” Çok hoşuna gitti.
Kürecik hakkında yazanlar sağ olsunlar Azizi Nesin’in tamda anlattıkları gibi, hiç kimse ne Sinamil’li Mustafa Dede, Ne Pıxoların Alibey’den, ne Kangallı Haydar Dede, ne Gürünlü Hıdır Dede ile Gürgür dede’den, ve Polatdereli Abuzer’den, Tilis’ten veya Bayanlı Mehmet Çavuştan, Örenli Mahmudi Çavuş’tan veya Ahlas’lı Aşiretin, Mamı Dırıj ve Irbahmi Dırıj’den söz ediyorlar. Bu bilgi kısıtlılığını göstermektedir. Alkı Kalı Hudeden söz ederler.
Bugün Kürecik Alevi Kürt İsyanı’nı konu alanlar içinde belki o hareketi başlatan ve yürütenlere bir biçimde bir ekmek, bir tas su veya bir kalıp sabun veren ailelerden olanlar vardır. İnanıyorum ki büyük çoğunluğu duyduklarını kaleme alarak o hareketin unutulmamasını düşünmüştür. Görünen o ki ne yazık ki geniş bir geçmiş araştırmasına girmemişlerdir.
Dışarıdan Balkanlardan ve Ortadoğu’dan getirilip Kürecik aşireti içine yerleştirilen, Develi, Kozulca, Bayram uşağı gibi birkaç köy ve birkaç ailelik gruplar vardır. Aynı şekilde Grün, Kangal, Balyan, Kıstıklı vs. aşiretleri içine yerleştirilen bir kaç köy var. Osmanlının son Hükümetleri ve Cumhuriyetin hükümetleri devlet ilişkilerinde bunları öne çıkarmıştır, ilişkilerini bunlar üzerinde sürdürmeyi tercih etmiştir. Kürecik isyanı adını taşımasının isyanın en son düşen kalesi olması örgüt merkezinin Kürecikte üstlenmiş olması Sinamil’li Mustafa Dede’nin perde arkasında kalması ve Pıxoların Alibey’in askeri örgütleme alanında Lider olarak tanınmasındandır.

Kısacası başta Kürecik olmak üzere yukarıda adını verdiğimiz aşiretler içinde yer alan Kürt ve Alevi köyleri insanlık var olduğundan beri o toprakların yerli halkıdır. Kürtler, yerel inançlarını Alevilik İçinde özümsemişlerdir. Horasanla bağı sadece inanç bağlılığıdır. Irksal ve göçmenlik bağı yoktur. Elbette ki evlilik nedeniyle dışardan gelenlerle evlenen böylece akrabalıklar olmuş. Elbette bu binlerce sayfayı içerecek ayrı bir yazı konusudur.
Ancak yazılanlara baktığımızda, ister istemez birçok yazıda şu akla geliyor “Bunlar ille de Kürecik Aşiretini Türkmenleştirmek veya sunileştirmek isteyenlerin izinden mi gidiyorlar? Selçuklunun, Osmanlı’nın ve Türk Cumhuriyeti’nin başaramadıklarına bunlar mı başarmak için soyundular?
Ayrıca ister istemez şu soru da akla geliyor. “Acaba bunlar kimden bu görevi, neyin karşılığından aldılar?”
İyi niyetli olanları bile ne Osmanlılar döneminde, nede Cumhuriyet sonrasında o yukarda adını verdiğim isyancıların ailesinden gelip ve taviz vermeyenlerin hiç değilse ilk eldeki kaynaklara başvurmaya bile gerek duymuyorlar.
Yazılanlardan anlaşılıyor ki bunlar “Kürecik İsyanı” olarak bilinen bu hareketin özellikle, Maraş, Sivas, Malatya’dan Elazığ, Bingöl, Tunceli Alevi ve Kürleri’ni içine alan bir alanı kapsadığını bilmiyorlar. En azında bu alanlardan yüzlerce genç yiğit, korkusuz ve kararlı insanın gelip isyana katıldıklarını önder kadroyu desteklediklerini ve beslediklerini bilmiyorlar.
Bu yazdıklarıyla direniş alanını daraltarak zarar verip vermediklerini de hesaba katamıyorlar. “Bunlar ille de Aziz Nesin’in dediği gibi kendilerine, ‘Aslan, Kurt, Şahin’ gibi bir kimlik yaratmak peşindeler mi” sorusunu insan kendisine sormak zorunda kalıyor.
Bu yazıyla benim amacım kimseyi kırmak değildir. Hiçbir çalışmayı da küçümsemiyorum. Ancak gerçekten iyi niyetlilerin benim verdiğim bu ipuçlarını yakalayarak olayın derinliğine inmeye çalışacaklarına inanıyorum.

17.02.2011
Molla Demirel