“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” demiş sevgili şair Nazım Hikmet Ran. Onun hasreti olan sömürüsüz, savaşsız bir dünya ne yazakki yaratılmadı, yaratamadık. O bütün dünyada şiirleriyle tutarlı devrimci, demokrat, sosyalist bir halk şairi olarak doğrusu bir komünist şair olarak sadece Türkiye’yi dünyanın her alanında temsil etmekle kalmıyor. Halen bir komünist olarak halkların özellikle gençliğin beynine sevgiyi ve savaş karşıtlığını işleme görevini sürdürüyor. Onun özellikle sevgi ve savaş karşıtı şiirleri günümüzde dünyanın her yanında dilden dile dolaşıyor.

Ben Nazım Hikmet’i onu önce kitaplardan nasıl öğendiğimi, kitaplarına nasıl ulaştım, şiirlerinden nasıl etkilendiğimi yazmıştım. O yazımı İmdat Ulusoy’un  Nazım Hikmet’in oğlu Mehmet Fuat’ın düzeltmenliğini yaptığı  “DOĞUMUNUN 100. YILDÖNEMİNDE NAZIM HİKMET” adlı Türkçe Almanca yayınlanan eserinde yeraldı. Bu kitapta yer alan yazarları kitabın kapağında adlarını görüyoruz. Önce bu yazıyı hatırlayalım

  • Näzim Hikmet’ten ve Kitaplanndan Korkmak

 Ortaokul öğrencisiyken fotoğrafa çok meraklıydım. Okulumuzda gerekli malzeme olmadığı için, ağabeyim yardımda bulundu ve resim öğretmenimizle birlikte okulda güzel bir fotoğraf atölyesi kurduk. Hepimiz sevirnçten uçuyorduk.

Okulumuzda bir fotoğraf sergisi açmak için resim öğretmenimizle çalışmaya başladık. Bir gün atölyede ğa’1ğma yaparken, öğretmenimiz çantasrndan bir kitap çıkanp masanın üstüne koydu ve dışan çıktı. Kıtabın kapağındaki Nazim Hikmet’en Seçme Şiirler“ cümlesi gözüme takıldı. Karıştırırken bir şiir ilgimi çekti:

„Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne /

allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar/

oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında /

dünyayı çocuklara verelim /

kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi /

hiç değilse bir günlüğüne doysunlar /

dünyayı çcuklara verelim /

bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadağlığı /

çocuklar dünyayı alacak ellmizden /

ölümsüz ağaçar dikecekler

Bu dizeler beni benden aldı. Hemen defterime not ettim. Sonra sergi resimlerinin altına Äşık Veysel, Pir Sultan gibi ünlü halk ozanlannın şiirleriyle birlikte Näzım Hikmet’in de bu şiirini yazdım. Sergi tamamlanınca öğretmenimiz bana, bu şiiri nereden aldığımı sordu. Ben de suçlu1uk duygusu içinde, hiç yalan söylemedim ve ona her şeyi anlattım. Açlk sözlü olduğumdan bana kızmadı ve kitabı bir haftallğına bana ödünç verdi ve kimseye de göstermemi söyledi. 0 günden sonra şiire tutkum daha arttı. Başka şairlerin şiirlerini okumaya başladım.

Bir gün kentimiz Malatya’da kısa adı TİP olan, Türkiye İşçi Partisi’nin bir toplantısı oldu. Parlamento seçimlerı öncesındeki bu toplantıya, parti kurucuları ve üyelerinden olan bir çok ünlü kişinin de geleceği duyuruldu. Yazar Yaşar Kemal, gazeteci Çetin Altan, yazar-gazeteci M.Ali Aybar, Behice Boran ve şair Ahmed Arif gibi daha bir çok tanınmş kişi geleceklerdi. Yerel olarak çıkan “Haşhaş Gazetesi“nin iki görevlisi benim de bu toplantıda şiir okumamı istediler. Öğretmenimiz bana, eski dönemden iki şairimize ait iki şiir verdi ve bunlan okumamı söyledi. Ben de o gün kurnazlık yaparak, bunların yerine ezbere bildiğim Näzım Hikmet’in, önce “Davet“ sonra da “Bir Hazin Hürriyet“ şiirini okudum. Ben şiiri okumaya başladığımda, öğretmenimizin kafasını iki elinin arasına alıp sinirlendiğini gördüm. Fakat şiir okumam biter bitmez salon alkıştan çınlıyordu. Öğretmenim birden kendine geldi ve o da alkışlamaya başladı. Toplantı sonunda, bana şiir okuma olanağı yaratan gazetecilerin yardımıyla, gelen ünlü konuklarla tanıştım. Bana ilk sorulan, “Näzım Hikmet’in şiirlerini nereden aldın?“ oldu.

Ben de öğretmenimden aldığımı ve ne Malatya’da ne yakın illerden Elazığ ve Adana’daki kitapçılarda olmadığını söyledim. Ünlü kadın politikacı Behice Boran yanındakilere adresimi almalarını söyledi. Ünlü politikacı M. Ali Aybar da cebinden bir dolmakalem çıkanp bana hediye etti.

 Aradan belli bir süre geçtikten sonra, o ünlü konuklarımızdan sürpriz bir paket aldım. İçinde Näzım Hikmet’in hangi yayınevinde basıldığı belli olmayan şiir kitaplarıyla birlikte, diğer Türk yazarlanndan ve bazı yabancı yazarların öykü ve romanlarını bana hediye olarak göndermişlerdi. Bunlara çok sevinmiştim. En çok da Yaşar Kemal’in ünlü romam İnce Memed’e çok sevinmiştim. Büyük ağabeyimin bakkal dükkänında ara  sıra ona yardım ediyordum. 0 yokken, yüksek sesle şiir okurdum bazı ilgilenen müşterilere. Ağabeyim de beni suçüstü yakalayıp, “Sen galiba peynir, çay, şeker, ekmek değil gelen müşterilere şiir satıyorsun.“ diye bana takılırdı.

İleriki yıllarda fotoğraf sanatçısı İbrahim Demirel, ilik kez Türkiye’de Türkiye’nin çeşitli yörelerinden çekilmiş  fotoğrafların altına Näzım Hikmet şiirlerini yazarak postakartı (kartpostal), poster ve takvim olarak yayımladı.

Bunlar çok tutuldu ve yaygınlaştı.

0 dönemlerde Näzım Hikmet’in değil kıtaplan, kısa şiirlerinin yer aldığı bu kartlar ve takvimler bile polis aramalarında suç unsuru olarak geçerliydi. Birçok kez şiirlerini okuduğum için tutuklandım, göz altına alındım.

 Daha sonralan Almanya’daki bir karşılaşmada, bu kartları ve takvimleri, Näzım’ın eşi Vera Tulyakova’ya armağan olarak verdim. çok duygulandı, çok sevindi ve bunları Näzım’a ait olan odaya koyacağını söyledi.

 Almanya’daki yaşantım içinde, Näzım Hikmet’le ilgili hiç unutamadığım bir başka anıyı, Essen’deki bir sergide yaşadım. Ünlü ressamımız Abidin Dino’nun bir rasim sergisi vardı. 0 gün orada ünlü yazarımız Fakir Baykurt‘da bulunuyordu. Nazım Hikmet’in, Abidin Dino için yazdığı ünlü şiiri kastederek, “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin, Abidin?“ diye Näzım soru yöneltti mi? Yönelttiyse bu resmi yapabildin mi?” diyerek herkesin merak ettiği soruyu sordu. Näzım’ın can dostu Abidin Dino bu kendisine sık sık sorulduğunu ve bundan da rnutluluk duyduğunu belirterek söyle konuştu:

,,0, Näzım’ın  nazirelerinden, esprilerinden biriydi. Näzım da bilirdi ki, mutluluğun resmine ne kağıt, ne boya, ne kalem yeter; ne de benim gücüm ve ömrüm yeter.  Ama o dünya  insanını mutlu görmek istiyordu. Çocuklara güzel bir dünya bırakmamızı istiyordu. Bunu  bugün ne kadar başarıyoruz? Asil sorun bu…“

 Näzım Hikmet’i sevmeyen ve bir zamanlar vatan haini diyenler de artık  onun büyük bir şair olduğunu kabul ediyorlar. Onun şiirlerini önemli toplantılarda okuyorlar. Onu hapse atanlar, kötüleyenler unutulup gittiler. Ama Näzım Hikmet hälä yaşıyor ve  ebediyen de yaşayacak ve hiç unutulmayacak.

Näzım Hikmet’in şiirlerini okuyan değişik ülkelerden gençler farklı dilleri, kültürleri sevmeye, halkları sevmeye başlıyor. Doğayı, dünyayı seviyor ve barışı savunanların arasında yerini alıyor.

 Gelin çocuklarımıza Nazım’dan şiirler okuyalım… Barışı, dünyamızı, doğayı ve insanları sevsinler.

Çünkü gelecek onların elinde olacak…

        

Ben önce kitaplarda tanıdığım Nazım Hikmet‘in DAVET, KEREM GİBİ, BEYAZIT MEYDANI’NDAKİ ÖLÜ, KEREM GİBİ, şiirlerini  daha Lise öğrencisiyken faşistlerin öldürdüğü üniversite öğrencisi Niyazi Tekin’in cenazesinde okuduğum için tutuklandım. Nazım ve onu seven yazar ve şairlerin kitaplarını okudukça  okul yönetimlerinden polis ve mahkeme baskıları üstümde yoğunlaştı. Bu baskılar benim  gerçek bir yurt severin nasıl olması gerektiği alanında yoğunlaştırdı ve daha derinlemesine tanımaya yönlendirdi. Eşitliği, dünya halkların kardeşliğini, barışı, sömürüsüz bir dünya özlemin bilinciyle beynimi besledi. Savaş karşıtı olmamı sağladı.

„Gözlerine bakarken

güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,

bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde

kayboluyorum…

Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,

durup dinlenmeden değişen ebedi madde gibi gözlerin:

sırrını her gün bir parça veren

fakat hiç bir zaman

büsbütün teslim olmayacak olan…“

Almanya’da Fakir Baykurt öğretmenimizle olan dostluğumuz sayesinde Nazım Hikmet’in hanımı Vera‘yı tanıdım. O her Almanya‘ya gelişinde bize konuk oldu. Bize Nazım‘ın sosyal yaşantısını, insanlarla, dostları ile nasıl ilişkiler sürdürdüğünü anlattı. Vera’nın ve ablası Samiye Hanımın anlattıklarıyla Nazım Hikmet‘in sosyal yaşantısını da derinlemesine öğrenmiş oldum. Bu benim için inanılmaz derinlikte, büyüklükte bir bilgi serveti oldu. Mutlu etti beni.

Eşim Sakine sevgiyle tuttu Vera‘nın ellerinde “Nazım en çok hangi şiiri okuyordu sana?“  diye sordu. Vera onun başını göğsüne dayadı ve türkçe şu dizeleri okudu:

„Gözlerine bakarken

güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,

bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde

kayboluyorum…

Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,

durup dinlenmeden değişen ebedi madde gibi gözlerin:

sırrını her gün bir parça veren

fakat hiç bir zaman

büsbütün teslim olmayacak olan…“

Sonra yanaklarından akan damlaları sildi. “Yenge, nasıl Molla senin gözlerine baktığında mutlu olduğunu yüzündeki bütün hatlar, gözlerinden akan ışıltı ortaya koyuyorsa Nazım‘da beni öyle sevdi, bende onu“ dedi.

Kısaca Nazım Hikmet sevmesini de bilen, haksızlıklara karşı tavizsiz direnmesini, savaşmasını bilen örnek olan bir şairdi. Bu tavrını gelecek kuşaklara öğreterek de  halkların yüreklerinde yaşıyor.

Nazım Hikmet‘in  dünya görüşüne düşman olanlar, onun eserlerini yasaklayanlar ve onun kitaplarını okuyanları tutuklayan ve işkence edenler de onun şiirlerine hayran kalıyorlar, okuyorlar. İstemeden de olsa onun anıları önünde eğiliyorlar.

Yazıya Nazım ile başladık yine Nazım’ın bir dörtlüğü ile bitirelim:

“Düşmezse düşmesin yakamızdan ölüm,

Bizimde üstümüze güneş doğacak gülüm,

Gülüşüne bir kurşun sıksa da ölüm,

Unutma ki umuda kurşun işlemez gülüm…”

15.01.2020

Molla Demirel