Cocuklarin

Çocuklar çalışmalarında insanın yaratılışından yolla çıkarak, belleğimizde yer etmiş imgelere sıra dışı ve çağdaş bir yorumla bakarlar. Ben aldığım bir E- Mail de annesi İSİD adlı barbarlar tarafından öldürülen bir kız çocuğun kendi annesinin yere kocaman resmini çizdikten sonra ayağında ki terliği, çıkardıktan sonra annesinin kucağına uzanıyor. Ben o fotoğrafı görünce göz yaşlarımı tutamamıştım. Burada savaş ve geride kalanların acılarını ve çocuğun o acılara bakışını çok usta bir ressamın veya karikatürcünün, politikacının, aydının veremeyeceği bir imgeyle yeni bir söylem ve bakışla topluma sunuyordu.

Sanatçı ezber bozan özgün çalışmalarıyla doğum ölüm, yer ve gök arasındaki ilişkileri toplumsal gelişmeler içinde işler, görülmeyeni, görünür kılar, his edilmeyeni his ettirir. Gizli olanı gözler önüne serer. Örneğin Çocuk sanatı üzerine üç kitabı bulunan Prof. Hasan Pekmezci resimlerinde ki merdivenle güneşe varış ve tekrar orada bulutlar ve gök mavisinden insan kalabalığı üzerine yolladığı ışınlarla insan yaşamını toplumsal etnoloji ve sosyolojik gelişmeleri içindeki çelişkileri de test edercesine bizleri başka bir açıdan da düşünmemizi ve yorumlamamıza zorlamakla kalmıyor. Eserlerinde insanlık ve doğa gelişiminin arasındaki bağ ve çelişkileri üzerinde düşünmemize götürüyor.

Bu anlamda her eserinde inanılmaz derin bir sanat felsefe var. Bu toplumun ve onun ferdi olan bireyin trajedi ve yükselisin serüvenin akılcı bir sanat yöntemi ile işlendiğine inanıyorum.

Bence başarısının nedeni Prof. Hasan Pekmezci sürekli çocukların resim sanatına ilgi duyan ve araştıran bir eğitimci olmasından dolayıdır. Bu ilgi onun çalışmalarında sürekli bir canlılık ve çocuk ruhu sağlıyor. Çalışmalarında işlediği çocuk ve insan resimlerinin safça ama yürekten, gülüşünü, göz yaşlarını, kısacası sevinç ve acılar karşısındaki duyarlılığını yitirmediğini görüyoruz. Oysa erginlik çağına gelen insanların büyük ölçüde bunu yitirdiğini hepimiz biliyoruz. Prof. Hasan Pekmezci çocuklardan var olan, enerji dolu, olaylar karşısında duyarlılığını, ortaya koyan bir çocuk bakışını taşıdığını görürüz.

Gene öğretmen kökenli olan Osman Polat “Çocukların resim, çizgi ve yazı sanatında evrensellik vardır. Onlar sanatsal önemli kakı sağlarlar” der. Her iki sanatçının çalışmalarında eski olanı ve yeniyi taklit eden değil sürekli kendi bireysel imgelerini yaratan ve işleyen, taklitlerle hiç bağı olmayan sanatçı olduklarını çalışmalarında ki farklı imgelemelerden anlıyoruz. Farklı imgelerle söylenmeyeni söylemek, yapılmayanı yapmak ancak çocuk ruhunu sürekli taşıyan sanat adamları başarır. İşte sanatçı bunu çağımızda en iyi başaran, çocuklardan ve çocukluktan kopmayan kocaman bir sanat devi olarak eserleriyle karşımıza çıkıyor. Ancak bu kız çocuğun yaptığı fotoğraf beni bir kez daha inandırdı ki çocukların sanat alanına bakışı büyük sanat adamların bile ezberini bozacak güçtedir.

Ben çocuk edebiyat ve sanatı üzerine dört ciltlik bir derleme yaptım, kendim çocuk kitapları yazdım ve çocuk ve gençlerle kültürel çalışmamda ki projelerde çocuk ve gençlerin yazdığı şiir ve masallarla yaptıkları resim ve çektikleri fotoğraflarla 6 kitap yayınladım. Her çalışmanın sonunda onların ruhundaki derin fırtınalar, yetenek, sevgi ve kinin derinliğini saptayarak hayrete düşmekle kalmadım, onlara hayran oldum. Çocuklar çocuk psikolojisi, eğitim pedagojisini teorik olarak bilmezler. Onlar doğal yaşam ve hareketleriyle, oyun, resim ve yazılarıyla en iyi uzmanlara taş çıkartacak bir biçimde ortaya korlar.

Çocuklar, anne ve babalarına, öğretmenlerine, eğitmenlerine, kardeşlerine, hatta yaşıtlarına söyleyemediklerini kendi oyuncaklarını konuşturarak söylerler. Resim yaparlar. Notlar halinde yazarlar.

Çoğu kez bir tiyatro ve sinema rejisörü ve baş oyuncusunu, ressamı, mizah yazarını bile kıskandıracak kadar başarı ile işlerler algılarını, düşüncelerini. Çünkü çocuklar, ne para kazanmak için ne de ün sahibi olmak için, resim yapar, oyuncaklarını konuşturur, oynatır veya yazarlar. Onlar algılarını, gördüklerini gerçekten düşlediklerini ortaya koymak için saflıklarıyla en doğal en temizini, dolambaçsız yaratırlar.

Değerli dostum Öğretmen Çetin Moğultay ve Marina Brandburg Ham kentinde çalıştıkları lisede oluşturdukları ‘Edebiyat Çalışma Grubuna’ davet etmişlerdi. Ben orada kendi yazı ve şiirlerimi tanıtma yerine çocukların yazdıklarını dinlemeyi ve dinletmeyi yeğledim. Çünkü oraya anne ve babalar, okul öğretmenleri de davetliydi. Çocukların sundukları hepsi doğrudan ailelerinin yaşadıklarından etkilenmelerdi. Ancak usta bir yazar ve şairden daha başarılılardı dersem abartmış olmuyorum.

,Altıncı sınıfta olan Yusuf Kocabayrak adlı bir çocuk yabancıları dışlayan öğretmenine şöyle seslenmiş:

“Bu tarihte varlık, yokluk

Hepsi bizim elimizde

Geçmiş bin bir yüzlü bir ayna

Sen bana geçmişi anlat

Ben sana geleceği anlatayım

Usta!”

Aynı yaşta olan Nazlı Kök burada göçmen işçilerin yaşadıklarını şiirinde ustaca işlemiş.

Kaybettim / Bir çok şey kaybettim

Yollarımı / anılarımı / gerçekleri

Olsun / Yitirdiklerimin karşısında / İsyanım var

Kaybettim / Bir çok şey kaybettim

Heyecanlarımı / sevinçlerimi / umut veren düşlerimi

Olsun / Yitirdiklerimin karşısında / insanlığım var”

Nazlı Kök’e bu şiiri hangi olaydan ve olaylardan etkilendiğini sordum. Hem bu Almanya’da göçmen kadının yaşadığını hem de 1980 sonrası Türkiye’de başlatılan İslami akımın mahalle baskısını, kadını nasıl baskı altına alan almaya çalıştığını ve bir gerici zihniyetin yaygınlaştığını gördüğünü bir kaç cümleyle anlattı.

Hepsine değinmem mümkün değil ancak Karslı bir ailenin 12 yaşındaki Ufuk Darboğazın yazdığı şu dizeler bence yukarda değindiğimiz toplumsal olayların çocuklar üzerinde bıraktıkları izi çok iyi anlatıyor.

“Çocukluğum / oynadığım oyunlar

Ve düşlerim / Hepsi kül oldu

Üstüme yıkılacak gibi bulutlar / Ağır ve dolu

Boğacaklar beni sanki / Sarmış karanlık bulutlar her yanı

Bütün çevrem soluk ve üzüntülü

Gözlerimin önü kararıyor / Umudunu yitirmiş yakınlarım

Her taraf karanlık çevre korku saçıyor

Kafamda buz tutmuş bir rüzgar gibi esen

Annemin ve babamın yıkılan evlerinin / Harabelerinin hüznü

Ve içimde yabani bir at gibi şahlanan isyanım…”

Ufuk Darboğaz’ın gözlerine diktim gözlerimi sordum.

“Bu nasıl bir isyan?”

O başını eğdi sustu, belli ki isyanı kabarmış patlamak üzereydi.

Babası girdi araya “1980 Askeri Cunta’nın yaktığı ve boşalttığı 2500 köyden biride bizim köy.

Boşaltılmış ve ardından yakıyorlar. İzine gittik hepimiz şok geçirdik. O günden sonra çocuk içine kapandı. Çok korktuk bu çocuğun sonunda. Bir kaç ay önce bir şiir defterini bulduk. Hemen gittim Ataol Behramoğlu, Nihat Behram, Nazım Hikmet, Rıfat Oktay, Can Yücel, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Çetin Altan sözü uzatmayayım kitapçı ne seçtiyse aldım geldim eve. O tarihinden beri hiç birimize yaklaşmayan çocuk kalktı ilk kez dosyasına sarıldı bana. Şimdi yazdıklarıyla gurur duyuyorum. Ancak yazdıklarında kin ağır basıyor. O beni korkutuyor…”

Ufuk şanslı iyi destekleyen bir ailesi var, şiir roman, öykü okumasına yardımcı oluyor teşvik ediyor. Birde çocukların masal, şiir okumasına karşı çıkan veliler, öğretmenler, ve cezalandıran yasalar var.

Sonuç olarak kültür, sanat ve edebiyat insanlık var olduğundan günümüze kadar yaratıkları ve elde ettikleri birikimlerin, güzelliklerin koruyucusu ve mirasçısıdır. Sadece çağdaşlaşmanın yoluna ışık tutmakla kalmaz. Çağdaşlaşmaya engel tüm olumsuzlukları ortadan kaldıramaya yönelir ve çağdaşlaşmanın yolunun hızla açılmasının alt tabanını yaratır. Burada uluslar arası düzeyde çağdaş bir düzeyi yakalamak için çocukların doğduğu günden itibaren türkü, şarkı, masal anlatmanın önemi büyüktür. Ancak bu çocukların kendi yarattıklarını korumak ve yaygınlaştırmakla onun sürekli yaratıcı olmasının ortamını hazırlamış olduğumuzun da bilincine varmamız gerekir. Şunu hiç unutmamalıyız çocukların yaşlı insanlardan farklı algılar dünyayı ve yaşamı. Kendilerine has bir beğeniler ve anlatım dilleri var. Onlar o ana kadar söylenmemiş imgeleri ortaya korlar ve kendilerine has düşlerle yaşarlar ve geliştirirler. Nasıl büyük sanat, edebiyat ve bilim adamları içlerindeki çocukluk duygusunu sürekli geliştirenlerden oluyorsa, ki ben buna inananlardanım. Çocukların yarattıklarını derlemek, yazı ve şiirlerinde onların edebiyatını, resim, çizgi ve oyunlarında, kendilerin yarattığı şarkı ve türkülerinden de görsel ve sahne sanatını oluşturmalıyız. İlle de biz çocuklar için yazacak ve sahneleyeceksek, onlarla onlar için eser yaratmalıyız. Sadece onlarca kez onlarla o masalı şiiri, resmi konuştuktan sonra değil onlar onayladıktan sonra yayınlamalıyız. Doğru çıkarsız bir eğitim psikolojisi ve Pedagojisi bunu ister biz ergin insanlardan…

Münster’den, 16 Ağustos 2015

Molla Demirel