Bu günlerde parmakları bilgisayar klavyesine giden her insanın haberleşmek için kullandığı Fecabookla bir hafta önce Antalya’ya geleceğimi değerli dostum T. Öker Koç’a yazmıştım. Bana Antalya Sanatçılar Derneğinde “Aydınlanma Günleri” başlıklı söyleşilerinin bu ay konu olarak “Sanat ve Edebiyatta insan beynin kuşatılması“ olduğunu ve bu söyleşiye konuşmacı olarak davetli olduğumu bildirdi. Biraz emri vaki oldu. Ama çok sevdiğim bir dostum olan T. Öğer Koç’u kıramazdım. İyiki İnternet var. Hemen bu konuda Türkiye’ ve Türkiye dışındaki ülkelerden felsefeciler geçmişten bu güne ne dünmüşler, neleri yayınlamışlar? Diye düşündüm ve araştırmaya başladım. Kaç yüz sayfayı okuduğumu hatırlamıyorum. Ancak 186 Sayfa Türkçe bir seçki derledim, basarak hemen kendime bir kitap haline getirdim. Bir o kadarda Almanca dan derledim, onu da kendime bir kitap haline getirdim. Onlarca kez okudum, notlar çıkardım. Ne tür sorular gelebileceğini düşünerek 86 soru hazırladım onların altını nasıl kısa ve öz olarak dolduracağımı düşündüm.
Antalya ANSAN a vardığımda orada yazar ve ressamlar başta olmak üzere onlarca dost vardı. onları görünce sırtımdan koca bir yük olan korkularım, heyecanım kalktı, yok oldu sanki. Gözlerim hep yazar Nuri Erkal Ağabeyi, Hocam Mevlüt Koca’yı, Yunus Yaşarı aradı. Nuri Ağabey Antalya Kitap Fuarı’nda okuyucularına kitaplarını imzaladığını, Mevlüt Hocamın da ayaklarında şişkinlik olmuş yürüyemiyormuş. Yunus’ta yaz aylarında Antalya’nın dışında yaşıyormuş.
Toplantının açılış konuşmasını Araştırmacı Yazar ve İnşaat Mühendisi olan T. Öğer Koç yaptı. Zaten o kendisini felsefe ile bütünleştirmiş ve bu alanda iki eser yayınlamıştır. Bir felsefecinin gözüyle kısaca günümüzde insan beyninin Teolojik, sosyolojik ve politik olarak nasıl kuşatıldığını özetledi ve sözü Avukat Şair Turgay Değirmenciye bıraktı. Turgay özellikle bir hukukçu gözüyle farklı sistemlerin sadece insan beynini değil Hukuku, sanatı özellikle edebiyat alanını kuşattığını anlattı. Ardından “Kuşatma” başlıklı çok akıcı ve etkileyici olan bir şiiriyle konuşmasını noktaladı.
Bu tür aydınlanma söyleşilerinden en sona kalanın fazla söyleyecek sözü kalmaz. Ancak masada kitap halinde duran iki hafta boyunca yaptığım derleme ve çalışmam ve 20 Eylül 2013 Tarihli Cumhuriyet Gazetesinde Suriye ve Gazi olaylarına katılan gençler hakkındaki yargılamalar ve iddialar yetişti imdadıma. Öldürülen İlahayetçi Turan Dursun’un Yaratılış ve Evrim teorisine bakışı ile Yahudi Kökenli bir gazetecinin II. Paylaşım savaşında Yahudileri Gaz hamamlarına yollayan veya toplu halde duvar diplerine dizerek katl edenlerin savunmalarını izliyor. Sanıklar “biz sadece bize verilen emirleri yerine getirdik” demekten başka savunma yapmıyorlar. Yahudi gazeteci “bunların beyinlerinin kuşatılmış olduğu için düşünme olanakları yoktu, verilen görevi yapmışlardır ve bunlar suçsuzdur. Çünkü kendi özgür iradelerini kullanmayı bilmeyen, düşünemeyen insanlar” diyor bir makalesinde. Bu gazeteci başta yakınları olmak üzere ve Yahudi halkı olmak üzere halklarının demokrat kesimin büyük bir çoğunluğunda tepki alıyor. Bir nevi aileden ve toplumdan dışlanıyor. Özünde İkinci Dünya Savaşı’nda yaşananlar, Orta Doğu ve içinde yaşadığımız Türkiye toprakları başta olmak üzere dünyanın bir çok ülkesinde yeniden tekrarlanıyor. Çok uzaklara gitmeye, felsefenin derinliklerini anlatmaya gerek yok. Günümüzde özellikle Gezi olaylarında, neden sosyalist ve Alevi kökenlerin seçilerek öldürüldüğü?
Niçin gençlere, grevdeki işçilere, parasız eğitim isteyen öğrencilere gaz ve plastik mermilerle saldırıyorlar? Bunların sağlıklarına zarar verdiklerini, doğaya saldıkları zehirle binlerce canlı ve bitkinin da zarar gördüğünü düşünemiyor olması gerekir. Kısacası mevcut sistemin yukarıdan aşağıya doğru emrinde bulundurduğu görevlilerin beynini kuşattığını görüyoruz. Bu nedenle bugün yaşananlarla Hitler Almanya’sında, Mosolin İtalya’sında yaşananlar arasında büyük bir benzerlik var. Çünkü bugün insanların doğal hakları olan yürüyüş, miting, grev, insanca yaşama talepleri gibi eylemlere saldıran, insanları katledenler kendi hür iradesini kullanmasını bilmeyen bireylerdir. Bu hür iradesini kullanmasını bilmeyen bireylerden oluşanca toplum, sistemi elinde bulunduran güçlerin sömürü çarkının rahatlıkla çalıştırdığını ve diktatörlerin yolunun da açılacağını örneklerle vermeye çalıştım.
İkinci gün Antalya AKM – Cam Piramit binasında süren Kitap Fuarında bulunan ANSAN’ın Standında kitaplarımı okuyuculara imzalamak için gittim. Orada İletişim Yayının sahiplerinden Ayşe Hanım ve T. Öğer Koç aynı satanda yer alan Mustafa A.Aksungur, Halil Erdem, Şafak Nur Yalçın, Hülya Taydaş ve daha bir çok yazın ve sanat adamıyla tanıştırdı. Öğretmen Yazar Abdullah Şanal, Harun Yiğit, Ressam Nevin Boragan da oradaydı, kucaklaştık birlikte fotoğraf çektik. Yeni tanıştıklarımızla karşılıklı birer kitap birbirimize imzaladık.
Kitap fuarı tıklım tıklım gençlerle doluydu. Farklı dillerden, farklı giyim, kuşamlardan, ama hepsi dostça sohbet ediyor ve cıvıl cıvıldılar. Dışarıda “SAVAŞA HAYIR! Kampanyası sürdüren bir masada insanlar kampanyayı imzalarıyla desteklemek içinde bütün gün kuyruktaydılar. Bu görünüm beni hiç bir gücün ülkemizi bir iç savaşa sürüklemeye güçleri yetmeyeceği, parçalayamayacağı inancımı pekiştirdi. Bana bu olanağı yaratan, bu Eylül’de güzel anlar yaşatan Ansan ve Gelişim Sanat yöneticilerine candan teşekkür ediyorum.
22 Eylül 2013