Mevlüt Asar’ın yeni öykü kitabı üzerine
Birkaç aydır Mevlüt Asar’ın birkaç ay önce yayınlanan “Aynadaki Kelebek” adlı öykü kitabı baş ucumda duruyordu. Alır almaz bir yudum su içer gibi okumuştum. Elbette ki kendisini tebrik ettim. Ancak bu eserde bulunan yaşamdan süzülmüş öyküler beni sürekli anılardan anılara çekiyordu. Kendisini Konya’da doğan ve Ankara’nın en hareketli yıllarında orada toplumsal olaylar içinde yaşayarak siyasal Bilgiler Fakültesini bitirmiş ve o dönemde yaşayan aktif her sol görüşlü gibi bir işkence ve ceza evi serüveni olan bir öğretmen, bir şair olarak tanımıştım. Daha sonra Almanya’nın Kuzey Ren Vestfalya Eyaletinde öğretmen kökenli yazarların çıkardığı “DERGi” ve “YENİ DİL” dergilerinin yazı kurullarında adına ve şiirlerine rastlamıştım. Türkçeyi, Yunusça yalın ve güzel kullanan bir şair olarak kabul görüyordu.
Fakat bizim Mevlüt Asar’la dostluğumuz 1983 yılından sonra Fakir Baykurt ‘un etrafında toplanan Türkiyeli Yazarlar Çalışma grubu içinde oluştu. Bu grubun çalışmalarında hep beraber olduk. 1986 yılında Türkçe – Almanca olarak çıkan, “Gurbet İkilemi” adlı kitabında topladığı hemen hem tüm şiirlerini çalıştığım Radyo Kaktüs’te yayınladım. Bu şiirleriyle “Almanya’ya göçmüş olan hem öğrencilerin dili hem de çaresiz işçilerin sesi oluyordu.
İlk öyküsünü de Türkiyeli Yazarlar Çalışma Grubunun Herford’daki bir hafta sonu toplantısında Fakir Baykurt’un ricasıyla okumuştu. Bu öykü Kitabında yer alan Pijama başlığını taşıyan öyküydü. Dudak ısırtacak, dünyanın en iyi öykücülerini kıskandıracak derin anlamlı, saf bir Türkçe ve gürül gürül akan bir şelale havasını verdi o toplantıya. Fakir Baykurt kalkıp Mevlüt Asarı kucakladı, kutladı. Sonra öyküdeki dil ve yazın tekniğindeki başarısını açıkladı…
Fakir Baykurt, aramızdan ayrılarak hakka yürüdükten sonra da Kemal Yalcın, Murat Tuncal, Mevlüt Asar ve ben birbirimizden kopmadık. Türkiyeli Yazarlar Çalışma grubunu yürütmekten ziyade Mevlüt Asar’ın bilge kişiliği ve dostluğundan çok yararlandık.
Kitapta yer alan “Sürgün Şair ile Peri Kızı” adlı ilk öyküyü okuyunca önce yaşlı bir masal anlatıcısının o saf halk diliyle anlatılan bir halk masalı olarak düşündüm. Sonra torunuma okudum. İşte o zaman anladım ki o halk masalı değil, o dili ustaca kullanan yazarın kendi yaşadıklarıydı. Sürgün Şair kendisi ve Peri kızı çocuklarının anası…
Kimi yazmayı bilir yaşamı bilmez. Bütün edebiyat tartışmalarında romanı, öyküyü şiiri değerlendirirken yaşanmışın işlenmiş olmanın önemi üzerinde dururuz. İşte gerçekten yaşananların edebiyat estetiğine kavuşması ancak toplumsal birikimlere sahip iyi yazarların elinde ortaya çıkıyor. Kimileri yaşamı bilir, yazmayı bilmez. İyi yazar hele de öykücü, dün olduğu gibi bugünde bu işin iki yakasını eksiksiz bir araya getirebilendir.
Mevlüt Asar, kitabında hem doğduğu Konya köylerini, hem gençlik hareketlerinin Ankara’sını, ceza evlerini, hem de gönüllü sürgün olarak geldiği, gelişmiş sanayi ülkesi Almanya’da, farklı ülkelerden, kültürlerden gelen göçmenlerin yaşadığı acıları, sevinçleri iyi gözlemiş; sanayi toplumundaki iç çelişkileri bir şair, bir öykücü titizliğiyle değerlendirmiş… Yazarın, yaşamı bütün çilesiyle, sevinciyle tanıması ve yazarlığın tüm ilkelerine girdisiyle çıktısıyla vakıf bir birikimi olması, konulara hakimiyet ve kalemine zorlanmayan bir akıcılık getiriyor. Kuşların özgürce ötüşü ve bir şelalenin doğal akışı gibi rahat yazıyor. Elbette bütün iyi yazarlar gibi, içinde yaşadığı toplumsal olumsuzluklara karşı da tavır alıyor. Fakat, bu tavrı kırıp döken değil, masaldaki bilge insanların tavrı…
Bu tanıtım yazısında kitaptaki bütün öykülerini anlatmam mümkün değil, ancak kitaba adını veren “Aynadaki Kelebek“ adlı öykü Almanya’da berberlik eğitimi gören bir genç kadını anlatırken, hem yazarın hem de öykü kahramanı berber kadının özlemlerini dile getirdikten sonra şu cümlelerle noktalanıyor:
“Dışarının griliği, bulutların ardından birden çıkıveren bir güneşin ışıklarıyla aydınlanıyor. Aynaya vuran ışık gözümü kamaştırıyor. Gözümü alıştırıp tekrar aynaya baktığımda kendimi göremiyorum. Şimdi aynada Ege’nin yeşil kırlarında çiçek toplayan, türkü söyleyen bir kız var. Havada rengarenk bir kelebek uçuyor. Mavi önlüklü, beyaz kurdeleli kız,kelebeğin peşinden koşmaya başlıyor. Birden sanki o da bir kelebek oluyor. İki kelebek yaşama sevinciyle uça kona dans ediyorlar. Sevinçle keyifle onları seyrediyorum. Giderek benden, gözden kayboluyorlar…”
Yukarıda da vurguladığım gibi, Mevlüt Asar şiirlerinde olduğu gibi öykülerinde de çocukların, öğrencilerin sesi olmaktan kendisini alıkoyamaz. Gelişmiş bir sanayi ülkesinin okullarında ki yöneticiler ile farklı kültürlerden gelen çocuklar arasındaki çelişki, çatışma durumu tam isyan edilecek, bin bir küfürlü cümleler savuracak noktaya geldiğinde, öyküyü olumlu bir biçimde, varılması gereken hedefe ulaştırarak rahatlatır. Bunun en güzel örneği Kitaptan yer alan “Ceza” adlı öyküdür. Alman kökenli bir sınıf öğretmenin Alman kökenli olmayan çocuklara karşı kötü davranışının anlatıldığı öyküde, okur Türkçe öğretmeni için okuldaki yaşamın artık çekilmez bir duruma dönüşeceğini düşünürken öykü şu cümlelerle biter:
“Otoparka güçlükle geldi. Arabasının kapısını açtı, çantasını arka koltuğa fırlattı, başını direksiyona dayadı. Dışarıdan doyulan zil sesiyle birlikte boğazına düğümlenen şey çözüldü. Birara arabanın camının tıklandığını fark etti. Başını kaldırdı, eliyle göz yaşlarını silerken, önce küçük bir el, ardından kendisine endişeyle bakan mavi gözlü, sarı saçlı bir çocuk başı gördü. Bu geçenlerde teneffüste iri yarı bir çocuğun elinden kurtardığı Stefan’idi. Camı açtı. Stefan elindeki kağıt mendili uzatırken, “Lütfen ağlamayın Frau Sezer, yoksa ben de ağlarım!” diyerek boynunu büktü. Bayan Sezer, Stefan’ın uzattığı mendili teşekkür ederek aldı. Göz yaşlarını sildi, sonra çocuğun başını okşayarak, “Peki, ağlamam” dedi. Araba hareket etti. Dikiz aynasını düzeltirken Stefan’ın kendisine el salladığını gördü. Yüreğindeki ağırlığın hafiflediğini hissetti.”
Mevlüt Asar’ın öykü kitabi beni çok sevindirdi. “Aynadaki Kelebek”in okuyucuya yeni ufuklar açacağına ve elbette okuyucuların da yazarımıza sahip çıkacağına inanıyorum.
28 Ocak 2015