Radyo Kaktus Münster olarak “Düşüncenin Gücü Olan Sanat” başlığı altında Türkiye’den Ankara Hacettepe Üniversitesi. Güzel sanatlar Akademisinin hocalarından Prof. Hasan Pekmezci, Köln’den yaşayan Resam Ali Zülfikar, Münster Üniversitesi Sanat Akademesi Heykel Bölümü Atölye Şefi Maika Kopfmacher, Leverkusen’den Heykeltraş Odo Rumf ve İranlı Dr. Mahmoud Turabi’nin çalışmalarını sergiledik.
Sergi nin açılışında kentin Belediye Başkanı Hans Varnhagen, LIT VERLAG (Bilimsel çalışmaları Yayın Evi) genel Lektörü Doktor Michael Raine, Yabancılar Meclisi Başkanı Dr. Spyros Marinos ve Radyo Kaktus yayın ve sanat yönetmeni olarak da ben konuştum. Belediye Başkanı ve Yabancılar Meclisi başkanı genellikle son 27 yılda Radyo Kaktus’un yabancıların bu yaşadığı ülkede ve kentte uyum konusunda kültür ve sanat çalışmalarıyla yaptığı katkıyı anlatılar. Özellikle kurumun yöneticisi olarak benim kentte yaptığım sanat ve kültür çalışmalarını önen çıkardılar.
Dr. Michael Rainar genel olarak son 48 yılda Almanya’da Göçmenlerin katkısıyla gelişen kültü ve Sanat’ı değerlendirdi.
“Göçmenlerin gelişile birlikte Almanya başta olmak üzere tüm Avrupa’nın sadece sanayisinin kalkınarak bu sanayi ülkelerinin ekonomisine katkıda bulunmakla kalmadılar. Göçmenlerin gelişi ile bu ülkelere çok farklı renkli kültürlerde gelmiş oldu. Bu farklı kültürler bu topraklarda yaşayan toplumların kültürlerine de renk katarak canlılık kazanmasını sağladılar. Kültür adamlarının, sanat adamlarının ufkunun daha da gelişmesini sağladılar” cümlesiyle sözünü noktaladı.
Ben bir yazar ve şair olarak benden önceki konuşmacı dostlarımın benim çalışmalarımı ve kişiliğimi öne çıkarmaları beni rahatsız etti. Elbette ki insanın övülmesi, yaptıkları işin beğeni kazanması insanın gururunu okşar ve sevindirir. Ancak burada çalışmaları sergilenen sanatçı dostlarımın çalışmalarının ayrı ayrı değerlendirilmesi ve beğeni kazanması beni daha çok sevindirirdi.
Ben yazar ve sergiyi organize eden Molla Demirel olarak sanatçıların eserlerini değerlendirmek ve sanatçı dostlarımın çalışmaları üzerinde yoğunlaşmaya çalıştım. Bir açılış konuşması normalinde 5 dakikayı geçmemelidir. Ancak sergide üç ressam ve iki heykeltıraş olmak üzere 5 sanatçı vardı. Her biri farklı bir kültürden farklı bir dünya bakışından gelen insanlar olması nedeniyle olsa gerek bu farklılık kendilerine has olan çalışmalarına da yansımış sanki. Sadece “DÜŞÜNCENİN GÜCÜ OLAN SANAT” cümlesini felsefi olarak açıklamaya kalksam saatleri alır. Bir çocuk için sevgi nasıl ekmeğin katığı ise insan beyninin sağlıklı gelişimi için, güçlü olması için, olaylar karşısında doğruyu algılaya bilecek düzeye gelebilmesi için sanat katıktır. Bu nedenle işim zorunda zoru durumundaydı. Konuşmamı 10 dakikayı aşmayacak bir zamana sığdırmalıydım. Bu uzun zaman içinde sanatçıları ve sanatı görmeye gelmiş olan konukları sıkmamak için farklı güldüren bir konuşma stili bulmak zorundaydım. Nasrettin Hoca’nın Göle
yoğurt mayası aktardığı fıkra ile söze başladım. Sonra sanatçıların eserlerine geçtim:
‘Bir ülkeyi ve toplumu politikacılar değil, ancak sanat ve kültür adamların temsil edebilir. Şu an Ressam Prof. Hasan Pekmezci burada değil, ancak o çalışmalarıyla buradadır. Türkiye’yi, Anadolu’dan binlerce yıldır oluşan Kültürü çalışmalarıyla anlatıyor. O toprakları, o topraklarda yetişen gelişen tüm toplumları temsil ediyor. Bunu bir politikacı yapamaz. Politikacının temsil edebilmesi için kendisinin burada olması gerekirdi.’” Cümlesinin ardından oradaki sanatçıları ve katılımcılar a baktım. Bütün gözler Hasan Pekmezcinin resimleri üzerinde birleşmişti sanki.
Bunu fırsat bilerek onun resimlerini şu kısa cümlelerle açıklamaya çalıştım:
”Prof. Hasan Pekmezci çalışmalarında insanin yaratılışından yolla çıkarak, belleğimizde yer etmiş imgelere sıra dışı ve çağdaş bir yorumla bakıyor.
Sanatçı ezber bozan özgün çalışmalarıyla doğum ile ölüm, yer ve gök arasındaki ilişkileri toplumsal gelişmeler içinde işliyor. Resimlerinde ki merdivenle güneşe varış ve tekrar oradan bulutlar ve gök mavisinden akıtarak İnsan kalabalığı üzerine yolladığı ışınlar bizi çok farklı düşüncelere taşımaktadır. Özellikle doğuş ve tükeniş sonucunda doğadan yeniden var oluş düşüncesine, o hep bilim adamlarınca tartışılan insanın ve dünyanın var oluşundan bugüne geçirdiği evreler üzerinde ki çağdaş felsefenin derinliklerine götürmektedir.
Yerden toplumdan merdivenle tek tek güneşe varış ve yeniden ışın, bulut ve bulutların dökülüşü olarak yere dönüsü işlemiş. Burada özellikle ışınlarla insan yaşamını toplumsal etnoloji ve sosyolojik gelişmeleri içindeki çelişkileri de test edercesine bizleri başka bir açıdan da düşünmemizi ve yorumlamamıza zorlamakla kalmıyor; eserlerinde insanlık ve doğa gelişiminin arasındaki bağ ve çelişkileri üzerinde de düşünmemize götürüyor.
Bu anlamda her eserinde inanılmaz derin bir sanat felsefesi var.
Bu farklı düşüncelere, değerlendirmelere bizi götüren desenler boyalarla oynayarak tesadüfen ortaya çıkan bir çalışma değildir, dikkatle incelendiğinde bu toplumun ve onun ferdi olan bireyin trajedi ve yükselişin serüvenin çağdaş akılcı bir sanat yöntemi ile işlendiğini rahatlıkla saptayabiliyoruz.
Elbette Prof. Hasan pekmezci sürekli çocukların resim sanatına duyduğu ilgiyi araştıran bir eğitimci olmasından dolayı onun çalışmalarında sürekli bir canlılık ve çocuk ruhu vardır.
Onun çalışmalarını çok güçlü kılanda bu çocuksal ruhun dinamiklerini çok ustaca kullanmasındandır. Çocuk saflığı ama yürekten, gülüşü, göz yaşları, kısacası sevinç ve acılar karşısındaki duyarlılığı tartışma götürmez bir gerçeklik taşıdığını görüyoruz. Öbür yanda erginlik çağına gelen insanların büyük ölçüde bu duyarlılıkları yitirdiğini hepimiz biliyoruz.
Ayni şekilde eserlerini dikkatle incelersek Babil’lerden çağımıza kadar gelen sanatın yükselişinin de bir kronolojisinin işlediğini görmekle de kalmıyoruz. Güneşe varis için yükselen merdivenin basamaklarında tek tek yükselmenin yürek ve beyinde yarattığı büyük sarsıntıları, dalgalanmaları da vermeyi ihmal etmiyor.
Prof. Hasan Pekmezci’nin çalışmalarında çocuklardan var olan, enerji, hareketlilik, olaylar karşısında duyarlılık var. Hemen hemen onun tüm eserlerinde bir çocuk bakışı taşıdığını görürüz. İste onun bu yani ile taklit eden değil, sürekli kendi bireysel imgelerini yaratan ve işleyen, taklitlerle hiç bağı olmayan bir sanatçı olduğunu çalışmalarındaki farklı imgelemelerden anlıyoruz. Farklı imgelerle söylenmeyeni söylemek, yapılmayanı yapmak ancak çocuk ruhunu sürekli taşıyan sanat adamları başarır. İste sanatçı bunu çağımızda en iyi başaran, çocuklardan ve çocukluktan kopmayan kocaman bir sanat devi olarak eserleriyle karşımıza çıkıyor.”
İranlı Resam Mahmoud Torabi’nin resimleri daha çok günümüzde Amerika’nın dünden bugüne beyazdan siyaya başkana geçişinin sembolize eden politik yaklaşımını vurguladığını görüyoruz.
Amerika’da Siyahlarla evlenen bir insanın taşlanarak veya başını uçurarak ölümle cezalandırılmasından bugün başkanlarının siyah ırktan ve üstelik İslam bir babanın oğlu olmasına kadar alan yolculuğu elle almış. Dünya kültüründe oldukça büyük bir yeri olan İran kültür birikiminden ustaca yararlanarak çalışmalarına aktarması onun başarılı olmasını sağlıyor..
Heykeltıraş Bayan Maika Korfmacaher’ın çalışmalarını değerlendirmek işin en zorudur. Sanatçının eserleri kente kapanışın, insan ruhunda açılması zor olan bir kulübeye mahkum ettiğini vurgulamaya çalışmış. Büyük Kentleşmede bireyin koca kalabalığın içinde korkuya kapılarak kendisini yalnızlaştırdığını da anlatmış oluyor sözleriyle açıkladım. Konuşmamdan sonra Maika Korfmacher yanıma geldi.”Sen beynimi, duygularımı okumuşsun.Benim düşünüp eserlerimle vermeye çalıştığımı ve sözle açıklayamadığımı üç cümleyle verdin. Seni kucaklamak istiyorum” dedi. Eşim sakine söze karıştı “Molla, insanın gözlerie baktığında beyni ile kalbinin damarlarında akan kanın neler söylemek istediğini saptayan bir müneccim” dedi. Gülüştük.
“Ressam Ali Zülfikar’ın Resim çalışmalarının Mezopotamya – Anadolu Kilim desenlerinin çağımızın açık toplumuyla birleştirerek M.Ö.’den önce gelişen toplumun günümüzün acık toplumun bir bileşkesi üzerinde analize edilmesi gerekir. Sanatçı o tarihten bu yana gelişen Anadolu toplumun kendisine has bir stille, elle aldığı konuyu titiz bir ustalıkla verdiğini hepimi rahatlıkla anıyoruz görüyoruz. Dikkat edilirse burada çağdaş kadın hep öndedir. Sık sık duvarlarda, kilimde ve çalışmalarda işlenen kadın aynı zamanda özlenen özgürlüğünde sembolü ve savaşçısı durumundadır. Doğal kilim boyalarını kullanmakla çok ince detaylı tülbent desenlerinin