– Aramızdan Ayrılışın 10. Yılında –
Zaman su gibi akıyor diyorlar bence zaman elektrik hızıyla yarışıyor. Nazım Hikmet‘ten tutun Ahmet Kaya’ya ve ondan bu güne kadar ne kadar devrimci, yurtsever, bilge insanı yitirdik, kimi sürgünde, kimi ceza evinde, kimi dar ağacında ve kimide bilinmez veya bilinen ellerce düzenledikleri tuzaklarla yetirdi yaşamını.
Nazım Hikmet, Sebahtin Ali, Abdi İpekci, Uğur Mumcu, Prof. Muamer Aksoy, Cetin Emeç, Prof. Dr. Bahriye Üçok. Asım Bezirci, Prof.Ahmet. T. Kışlalı, Hasret Gültekin, Musa Enter, Hrant Dirnk, Fakir Baykurt Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve arkadaşlarına, bir çırpıda aklıma gelen adlar. Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana acı çektirilen ve katl edilen sanatçılarımızın, aydınlarımızın listesi bu sayfayı doldurur. Bu yurtsever aydınlara ceza almalarının, acı çekmelerinin ve katl edilmelerinin temel kaynaklarından biri geri kalmışlık, bilimden, bilgiden habersiz olmak ve kötü siyasi yönetimlerdir. Ama onların böyle korkusuzca hareket etmelerine bilmin aydınlığın önüne duvar çekmelerinin ortamını hazırlayan da bizim entellektüel, aydın, demokrat bildiğimiz bürokrat, öğretmen, yazar, müzisyen, sinama ile tiyatro oyuncusu ve sendikacıların önemli bir kısmıdır.
Çünkü bunlar kendisinin düşüncesinin kopyası gibi olmayanı, kendisi gibi düşünmeyeni hep ret eder, hata ret etmekle kalmayıp yok edilmesini istemişşlerdir. Bunların isteğiyle ortamı hazırlanmış ve gerçekleşmiştir bu katliamlar. Ahmet Kaya’ya 1999 Şubatında ki o bilinen tören akşamında olan saldırı bu söylediklerimin en güzel ispatıdır. O gün Ahmet Kaya’ya saldıranların bugün onun bestelerini popülerliklerini güçlendirmek veya gündemden düşmemek için okuyanlar, onun sanatı ve kişiliği için toplantıdan, toplantıya koşmak için çaba harcadıklarını görüyoruz.
Bunlardan bir kısmı çatal, bıçak atmadılar. Ancak başlarını önüne eğip “Ahmet, şimdi huzurumuzu bozmanın zamanı mıydı“ diye mırıldandılar. En az o garsonlar kadar ona siper olmadılar, onu korumadılar. Atılan çatal, kaşığa kendidini siper eden o salonun garsonları, o ünlü sanatçıların hepsinden çok daha demokrat ve sanata çok daha saygılı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kaldı ki Ahmet Kaya‘yı anlatan demokrat sanatçılar ve sanat eleştişrmenleri de her biri onu bir yere mal etmek, oturtmak istiyor.
Ahmet Kaya’yı bir yere oturtmak veya mal etmek zordur. Nedeni, o çok yönlü ve anlatılanlardan farklı bir insandı. Belki anlatılanların, oturtulmak istenen farklı yerlerin hepsiydi o. Neden çünkü onun babası Adıyaman Kürtlerindendir. Baba tarafının büyük bir kesimi Türkçe bilmez. Annesi Erzurum‘dan gelip Malatya‘ya yerleşmiş Türkmen bir aileden. Malatya’da ki çocukluk arkadaşları Ermeni, Kürt ve Dadaşlar, İstanbulla taşınıcada arkadaşlarına, Laz ve Arnavut çocukları eklenir. Babası onu Alevi-Bektaşiliğin temel felsefesi olan “Dünya evimiz, kavmi, kavmimizdir“ felsefesi ile yoğurmuş ve büyütmüştü. Bunların hepsinden etkilenmiş. Onların türkülerinden, espirilerinden, masallarından almış. Bu beslendiği kültürler onun devrimci, sosyalist gençlerle hızla kaynaşmasını sağlamış. Ama bu çok yönlülüğü, çok kültürlülüğü onu mevcut hiç bir sosyalist grup, bir etnik kimliğede sığmaz duruma getirmiştir. Kısacası hiç bir kafese sığmıyan, bir kültür anarşitidir.
Bu nedenle hiç bir siyasi grubun ve bir milliyetçi anlayışın şemsiyesi altına sığmamıştır.
12 Eylül darbesinin peşinde kimi Kenan Evren ve yandaşlarına biat ederek, kimi kafasını kuma gömerek olanları görmemezlikten gelirken, kimi de sığınaklarından başını dışarı çıkarmazken o mevcut düzene baş kaldıran yüz binlerce gencin yüreğinin sesi olmayı, acı çeken milyonlarca insanın dili olmayı başarmıştır. 12 Eylül zulmüne karşı yükselten ve ona ilk oku saplayan ses olmuştur.
O saldırıya uğradığı akşam gördük o saldıranlara aldırmayan, kendisine güvenen, gururlu bir aslan gibi dik durdu. Kendisine kaşık, bıçak fırlatanlara değil, başını önüne eğip yere bakan “Ahmet, şimdi bu sözlerin yeri mi’ diyen sözden demokrat sanatçılara baktı. Ve o ırkçı faşistlerin saldırısına alkış tutanların üzerinde gözlerini gezdirdi ve ‘ Pir Sultan Abdal’ın şu dizelerini mırıldandı
“Şu kanlı zalimin ettiği işler, / Garip bülbül gibi yareler beni,/Yağmur gibi yağar başıma taşlar,/
ille dostun gülü yareler beni!!!
Bir derdim var idi şimdi elli oldu, / Dar günümde dost,düşmanım belli oldu, /
Ecel fermanı boynuma takıldı,/ ille dostun bir fiskesi yareler beni!!!
O kendisine sanatçı, aydın diyenler Ahmet Kaya’ya “Dışarı, dışarı diye bağırırken ve ellerindeki çatal ve bıçakları savururken, onu salondan çıkararak, emniyete götürmek isteyenlerin arasında yürürken yine Pir Sultan Abdal’ın şu dizeleriyle yanıtladı:
“Alınmış abdestim aldırırlarsa / Kılınmış namazım kıldırırlarsa / Sizde şah diyeni öldürürlerse/ Ben de bu yayladan şaha giderim”
O akşamın manzarasını izleyenler ve ben bir insanım diyen her bireyin Ahmet Kaya ile aynı dizeleri seslendirdiğine inanıyorum.
Ahmet Kaya o gece, o salonda ki duruşuyla, tavrıyla bir kez daha 12 Eylül ve onu meşrulaştıran ırkçı, faşist, sözde demokrat sanatçılara bir yumruk atmış oldu ve maskelerini bir kez daha yırtmış oldu. Irkçı, faşist ve kökten dinci olmayan sanatçılara da kendi kendilerini sorgulamaları gerektiğinin penceresini açmış oldu.
O günkü tavrıyla içinde yaşadığı topraklarda, toplumda farklı dillerin, farklı kültürlerin, farklı inançların, farklı yaşam biçimlerinin olduğunu görmeyen ve kabullenemeyen hiç bir insanın ne demokrat, ne aydın ne de sanatçı olabileceği gerçeğini de bir kez daha gözlerimizin önüne sergilemiş oldu. O dik duruşuyla gençlerin ve çocukların bir masal kahramanı olmayı başardı.
Bence açtığı en aydınlıklı pencerede işte bu penceredir. Çünkü 12 Eylül Faşist Darbe zihniyetini Anadolu’da yaşayan farklı dillerdeki masalları, türküleri, öyküleri, şiirleri, sahiplenmeden onları korumayı ve geliştirmeyi bir zenginlik olduğunu savunmadan kırılamayacağı gerçeği ne yazık ki halen toplumumuzun büyük bir kesimi tarafında kavranmış değildir. Bu kavranmadan suçluyu, suçsuzdan ayırmakta mümkün değildir. İnsanı linç etme zihniyetinden de kurtulması mümkün değildir. Ahmet kaya ülkesinde ayrılmak zorunda kalırkende şu çümleyi yüksek sesle dile getirdi: “Bana herşeyi desinler ama bu ülkeyi sevmediğimi söylemesinler.”
Zaman Ahmet Kaya’nın haklılığını ve ön görüsünün doğruluğunu ispatladı. Ancak Ahmet Kaya’dan öncede Anadolu’nun her yerinde barış ve demokrasi içinde, özgürce kardeşçe yaşamak için çaba harcayanların olduğunu da unutmamamız gerekir. Bir grup genç Musa Enter’in yanına gider “Ape Musa, biz ölümle yüz yüze gelmiş Kürt halkını, dilini, kültürünü ve varlığını ispatlama mücadelesini sıfırdan aldık, nerelere kadar getirdik. Neden bu mücadeleyi görmemezlikten geliyorsunuz” derler. Musa Enter o bilgelik kişiliğiyle gençleri süzer. Sonra gençlerin omzuna iki elini kor ve şöyle der “Haklısınız gençler! Siz bir şeyi sıfır dereceden aldınız ve onu yukarılara taşıdınız. Peki siz o işi eksi 90 derecelerden alıp sıfır dereceye kadar getirenleri ve onun için nasıl bir mücadele verdiklerini hiç düşündünüz mü?”
Elbette tarih Ciğer Hun, Tarık Ziya Ekinci Mehmet Emin Bozarslan, Kemal Burkay, Musa Enter, Yılmaz Güney, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Ahmet Arif Anadolu’da yaşayan halkların acılarını kendi kemiklerinden, yüreklerinden duyumsayarak seslerini yükseltmişler. Darağacında ayakları altındaki sandalyeyi kendileri tekmelerken “yaşasın Kürt ve Türk Halkların Kardeşliği!” diye haykıran Deniz Gezmiş ile arkadaşları, Kızıl Derede aynı soluğanı daha yüksek sesle haykıran Ömer Ayna ve Mahir Çayan ile arkadaşlarını ve bu yolda mücadele eden binlerce yurtsever, devrimci aydını bunları anmadan geçmekte olmaz. Türkülerin insanı felsefenin derinliklerine taşıdığını elbette ondan önce ve ondan sonrada söyleyen sanatçılarımız olmuştu, bugünde var. Ancak sanat alanında 12 Eylül faşizmine ilk baş kaldıran Sanatçı Ahmet Kaya olmuştur. Biz çocukken, Kürtçe türküleri Ermenistan veya Irak Radyo yayınlarından dinlerdik. Tesadüfen jandarma veya polis yakaladığında ailelerimiz karakollarda sürünürdü. Okulda öğretmenler bir ton dayakla bizi ödüllendirirdi. İlkokulda bırakın derslikte evde Türkçe bilmeyen büyüklerimize Kürtçe konuştuk diye yediğimiz dayağın hadi, hesabı yoktur. Öğretmenin attığı sopalar nedeniyle halen kafamda en az 10 tane iz var. Bu sopadan kaçmak için ilkokulu bile bitirmeden okuldan ayrılanların sayısı oldukça yüksektir. Birde bunlara ortaokul ve liselerde Öğretmenlerin bilinçli olarak sınıfta dövdüklerini, sınıfta bıraktıkları ve okulda uzaklaştırdıklarının sayısını ekleyin. Bunlar her yıl on binleri bulmaktadır.
Çok gerilere gitmeye gerek yok. 12 Eylül ve sonrası yüksek okullardaki Kürt ve özellikle de Alevi Kürt çocuklarının evlerinde alındığı, karakollarda işkence edildikten sonrada bir düzmece bahaneyle bir örgüte mal edilerek gelecekleri karartıldığı gerçeğini bilmez mi, en az günlük bir gazeteyi takip edenler. Bilmez mi, duymaz mı o sözde ‘demokrat’ aydın ve sanatçılar.
Kemal Kılıçdaroğlu Fransa da yılmaz Güney ve Ahmet Kaya’nın mezarını ziyaret etiği için başta bir Üniversitede Prof olan bir başka partinin başkanı, kendisine yazar, aydın, sanatçı diyenler eleştirirse onların yetiştirdiği insanların farklı düşünce ve kültüre nasıl düşman olacağını birazcık aklı başında olan her insan düşünmez mi, bilmez mi?
Almanya’nın Sosyal Demokrat Partisinin kurucusu ve başkanı olan Willi Brand ilk başbakan oluşunun ardından Sovyetler Birliğine gittiğinde 2. Dünya Savaşında ölenlerin mezarlığını ziyaret ederken yere çöktü, yeri öptü. Hitlerin yarattığı savaş nedeniyle tüm savaş şehitlerinden, savaşta acı çekenlerden ve yakınlarından özür diledi. Onun bu davranışı Dünya Sosyal Demokrat Partiler Birliği’nin başkanı yapmasına yetti ve ölümsüzleştirdi. Bu Almanya’yı ve Alman halkını Sovyet ve diğer Dünya halkları karşısında küçültmedi, tam tersine Willi Brand’ın bu davranışı Almanya’yı ve dünya halkları karşısında yükselterek faşist Hitler yönetiminin hatalarından arındırdı.
Kısacası Ahmet Kaya’ya 1999 Şubatında ki saldırı Türk kökenli sanatçılarının büyük bir kesimin beyninde “ Benim gibi olmazsan, benim gibi düşünmezsen seni yok ederim” anlayışının yerleşmiş olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Ahmet Kaya Malatya‘dan çıkıp artık dünyaya mal olmayı başaran, koca yürekli, insan sevgisiyle dolu, muhteşem sese sahip bir sanatçıydı.
24 Kasım 2010