Almanya’da yaşayan göçmenlerin yeni ülkeleri ve asıl olarakta torunlarının ana ülkeleri Almanyadır.
Göçmenlerin %95 bunu biliyor ve kabullenmiştir. Kabullendiği için Misafir işçi olarak gelen göçmenler
burada 50 yılı doldurdular. 4 – 5. nesil doğdu, büyüyor. Burada doğanlar ben Münsterliyim,
Hamburgluyum, Berlinliyim, Hanoverliyim yani hangi kentte doğmuşsa oralıyım diyor. İrdelediğinizde
de annem ve babam Türkiyeden, Portekizden, Ispanyadan, Yunanistandan vs. gelmişler diyorlar.
Elbette doğru olanda budur.
Ancak bazan fotbol maçlarında, özel günlerde özellikle dışlanan, işsiz, mesleksiz kalan gençler den
de “Ben Ispanyolum, Türküm, Yunannım, Yoguslavım yani kökeni hangi ülkedeyse oralı olduğunu
söylüyor. Bunlarla teke tek konuşulduğunda yaptıklarının sadece şov olduğunu, ann ve balalarının
geldiği ülkeyle bir bağlarının olmadığını dile getiriyorlar. Bence yaptıkları sadece şov değildir.
Dışlanmanın verdiği kızgınlık ve protestodur.
O zaman özellikle örnek olarak “neden Türkler uyum sağlamıyor deniyor? Neden Türklerin EU’ya
alınmasına ve bir Almanca-Türkçe Okulun açılmasına karşı çıkılıyor?”
Bence ikinci sorunun en iyi cevabını Münster’in CDU’ Millet Vekili Polenz Ruprecht’in daha yeni Edition
Kürper – Stiftung’un yayınladığı ‘BESSER FÜR BEIDE, DIE TÜRKEI GEHÖRT IN DIE EU – adlı kitabı
veriyor. Almanlar bu kitabı mutlaka okumalılar.
İlk soruya gelince, eğer burada göçmenlerin artık 4 – 5. nesil dünyaya gelmişse artık bunlar buralıdır.
Bu nesil kökenlerinin dilinden ziyade Almancayla kendilerini daha rahat anlatabiliyorlar. Bir insan köken
olarak İspanyol, Türk, Portekiz, Tunus, Yunan vs. olabilir.. Ancak bir insan Almanya’da doğmuş, kreşe,
okula gitmiş, burada büyümüş, bu ülkenin dilini konuşuyorsa, buralıdır. Kaldıki ilk kuşaktan gelenler bile
zamanla kendisini ağırlıklı olarak çocuklarının bu doğduğu ve içinde yetiştiği ülkenin kültür ekseni içinde
görür ve ona ait olduğunu kabullenir. (Eğer halen bir sorun varsa o zaman bu ülklenin eğitim sistemi ve
politikası üzerinde düşünmek ve gözden geçirmek gerekir.)
Elbette genç kuşaklar kökenine de sempati duyar. Bu gayet doğal insani bir davranıştır, üstelikte çok
yararlıdır. Bu nedenle burada doğanlar genellikle tatillerini kökeninin geldiği ülkede geçirmek ister,
okulda yabancı dil dersi olarak onu seçmek ister. Ve o dili hevesle öğrenmek ister. Çünkü o dille
konuşan akrabaları vardır. Bu durum Almanya’nın çıkarınadır. Bunda Alman ülkesinin devletinin
yararlanması gerekir. Farklı kültürleri, dilleri irdeleyerek büyüyen çocuklar ülkenin her alanında sürekli
yeni İdee (Düşüncelere), buluşlara kaynak olurlar. Bu ülkenin sosyal, kültür ve teknik alanında sürekli
gelişmesine katkıları olur. Bunu önce Alman yetkililerinin ve halkının anlaması gerekir. Bu farklı dil ve
kültürlerden yararlanıyor mu? Hayır. Tersine dışlıyor. Köken olarak farklı ülkelerden gelen kültür ve
dillerden gelen insanların önüne duvar örüyor, ön yargılarlarla dışlıyor. Ülkenin olanaklarından yeterince
yararlanma olanağı vermiyor. Özellikle birinci ve ikinci nesile işten başka hiç bir olanak vermemiş
olmasına rağmen. Onlar kendi çabalarıyla günlük ihtiyaçlarını karşılaya bilecek kadar dil öğrendiler.
Belli bir yaştan sonra geldikleri içinde bir yabancı şivesiyle Almanca konuşmaktalar. Onların Almancası
alaya alınıyor. “Bunlar işte 50 yıldır buradalar. Bu dili öğrenmek istemiyorlar. Uyum sağlamıyorlar”
diyorlar. Peki 60 yaş üstünde ki Sächsisch, Hessisch, Schwäbisch, Bairisch, Fränkisch, Kölsch,
Berlinerisch konuşan Almanları bugünün Alman çocukları ne kadar anlıyor?
Aralaındaki komşuluk ve Arkadaşlık ilişkileri hanği ölçüdedir?
Başka bir pencereden de bakalım. Kaç Alman aynı iş yerinde birlikte çalıştığı, aynı binada komşu olarak
oturduğu göçmeni evine bir yemeğe, bir doğum gününe, bir eğlenceye davet etmiştir?
Veya göçmenler onları davet ettiklerinde ne kadar ciddiye alınmıştır? Bu sorulara kimsenin pek olumlu
bir yanıt vereceğini sanmıyorum.
Bu ülkede başta Almanlar olmak üzere her kes kendi beyinlerinde bulunan ayrımcılığı yok etmeliler ki
gerçekten bir sevgi toplumu ve sosyal bir yaşam hakim olsun.
Ben 28 yıldır çalıştığım Radyo Katus Münster de bu kurumda ki arkadaşlarımla birlikte bu farklı çelişkileri
saptamaya çalıştık. Bunları kütür, sanat, edebiyat ve eğitim çalışmalarıyla en aza indirgemenin yollarını
aradık. Farklı dil ve kültürlerin bu kent, bu ülke için önemli olduğunu ortaya koymaya çalıştık. Daima etnik
çalışmaları red ettik. Çok kültürlülüğü temel aldık. bizim “dünya kavmi kavmimiz ve dünyada evimiz”
anlayışı ile yerli yabancı ayrımı yapmadan çalışmamız elbette bu samimyetimizi görenlerin, tanık
olanların desteğini aldı. Bu çalışmalar içinde yüzlerce insanın bu gün ben ispanyolca, Türkçe,
Yoguslavca vs. konuşan o kültürü de alan bir Almanyalıyım demesi mutluluk veriyor bize. Peki “bir
yerlinin çocuğunun ben okulda yabancı dil olarak Türkçe, Yoguslavca, Kırgızca, kazakça vs. seçtim”
demesi neden bir Almana mutluluk vermesin?.
Ne yazık ki aklın yerini kendini beğenmişlik ve ırkçılık alırsa uygarca birlikte yaşama ve toplumu
kucaklamaya yer kalmıyor…
11 Haziran 2010