1960 yılından bu yanı Türkiye’den Avrupa’ya göçen insanlarımız yaşadıkları ülke koşullarına göre konuştukları Türkçeyi yaşatmaya çalıştılar ve geliştirdikleri Türkçe ile de baştan Edebiyat olmak üzere sanatın her türünde eserler verdiler. Bu alanda bir çok insan yazdı, konuştu. özellikle gençler Diploma ve Mastır Tezleri için bu Avrupa ülkelerinde gelişen Sanat ve Edebiyat çalışmalarını olanakları ölçüsünde irdelemeye çalıştılar
Ancak1972 yılından beri Almanya’da yaşayan MOLLA DEMİREL Türkiyeli Göçmenlerin yoğunlukla yaşadığı Avrupa ülkelerinin bir çok kentlerini her yıl dolaşarak yaşantılarını fotoğrafladı ve onlarla konuşarak gelişen Türkçeyi , sanatı özellikle edebiyatı irdeledi. Türkiye ile olan bağını da koparmadan farklı bir pencereden bakarak elle aldı.
Bu çalışmasını bir bölümünü Antalya GELİŞİM Sanat Kültür Merkezi 332 sayfalık bir kitap olarak „İKİ KANALDAN BESLENEN EDEBİYAT – Gerçeği Yansıtmalı Objektifim “ adıyla yayınladı. Tüm Edebiyat, sanat ve Kültür severlerin baş ucu olacak bu eserin önsözünde Molla Demirel Kitabın içeriği ile ilgili şöyle sesleniyor:
„Yurt dışında yaşayarak ülkenin edebiyatını, edebiyatçılarını tanımak kolay değil. Ben yurt dışına çıkıp gelip yerleştiğim Almanya’da özellikle ilk ay ve yıllarda kendimi, yurdumu, yurdumun insanını arar oldum. Yurdumun insanlarının daha insanca bir yaşam ortamını bulmak için geldikleri bu ülkede nasıl bir özlem, nasıl bir acı çektiklerini ve nasıl acımasızca sömürüldüklerine tanık oldum.
Almanya İkinci Dünya Savaşından taş üstünde taş kalmamış, her tarafı haraba olmuş bir ülke olarak çıktı. ‘Bu ülke nasıl oldu da 15 – 20 yıl içinde tekrar dünyanın en gelişmiş ülkelerin ön saflarına çıkabildi?; sorusunu sık sık kendime sordum. BU konu üzerinde çok düşündüm ve araştırmayı kendime bir hedef haline getirdim. Bunun için ilgi alanım olan, Kültür Sanat, Edebiyat ve medya alanlarında yoğunlaştım. Bu alandaki eğitim içerikli toplantı, seminer ve politik tartışmalara katılarak konuşmacıları dinledim, onlardan öğrenmeye çalıştım.
Bu alanlar bana şunu kavrattı. Almanya savaştan sonra savaş öncesi toplumunun yüz yıllarca edindiği kültür ve bilgi birikimine sarılılıyor. Bu birikimleri tekrar Kültür, sanat, edebiyat ve medya arcılığıyla savaşın yıkıntıları arasında derliyor. Bunları çağdaş bir programla ayıklıyor. Bu çalışmaları tekrar toplumunun içindeki çelişkileri, farklılıkları azaltması için tüm farklı sosyal grupların ortak çıkarlarını saptayarak sunuyor. Bilimin ışığında yetenekli zanaat adamlarının el becerilerini hızla atölyelere ve atölyeleri de büyük işletme ve fabrikalara dönüştürmeyi programına alıyor. Bunu hızla gerçekleştiriyor. Böylece halkına çağdaş kültür ve tekniğin, modernleşmenin yollarını açıyor.
Kısacası bundan şunu öğrenmiş oldum: Geçmişin kültür birikimlerinden kopan ondan yararlanmasını bilmeyen birey ve toplumlar çağdaş bilimin de önemini yeterince kavrayamazlar. Aklın ve bilimin dışında kalanlar radikal öğelerin, tabuların şemsiyesine sığınırlar, böylece toplumsal gelişmenin yolu önüne bir set çekerek kendilerini çağdaş bilimden koparırlar, uzaklaştırırlar. Tıpkı topraktan sökülmüş koca çınar ağacı gibi kurumaya ve yok olmaya mahkumlar.
Böylece bizim içinden çıktığımız toplumla bağlarımız koparmamayı ve gelip içine yerleştiğimiz topraklarında derinliklerini damarlarımızı uzatmamızı gerektiği inancına vardım.
Biz Türkiyeli Göçmenler için Türkiye’deki sosyal gelişimler, duraklamalar ve sevinçler kadar içinde yaşadığımız bu Avrupa ülkelerinde ki sosyal gelişmeler önemlidir. İki topluma birlikten ait olmak ve kendisini kabullendirmek zor iştir ama bu göçmen toplumların kaderidir. Özünde bu doğru değerlendirilirse olumsuzluk değil tersine büyük yararlar sağlar. Bunu olumluya çevirip halka sunacak olanlarda en az yetkili siyasi güçler kadar kültür, sanat, edebiyat ve medya adamlarının işidir.
Bunun içindir Türkiye’den hemen hemen her kültür, her yazar, her sanat adamı bir yakınını, bir dostunu buluyor bu Avrupa ülkelerine gelip birkaç gün de olsa dolaşıyor. Veya ülkenin kurumlarının olanaklarını haklı olarak kullanmak için zorluyor. Avrupa’ya hangi yolla gelirse gelsin Türkiye’den gelen her yazar sanatçı, kültür adamı anlattıklarıyla bizlere büyük bir katkı sunmuş oluyorlar. Avrupa’nın birkaç kentini dolaşıp gittikten sonrada birkaç günlükte olsa gözlemlerini yazıyorlar. Bir ölçüde gözlerimizden kaçan olaylara ışık tutuyorlar.
Peki Almanya’da, Fransa’da kısacası Türkiye dışında yaşayan okuyan, yazan insanlarda her yıl en az bir kez 5 – 6 haftalığına gidiyor doğduğu, akrabalarının, dostlarının bulunduğu ülkeye bunlarında da dolaşma, görme yazma hakkı yok mu?
‘Hasret, çekilen çile ve acıları ağırlıkla yurt dışında yazanlar elle alıyor. Bundan edebiyat olmaz’ diyor yurdumun yazarlarının büyük çoğunluğu. Ama olsun. Bize yazmayı öğreten, ışıklar içinde yatan Fakir Baykurt’un söylemiyle ‘Sen inadına, inadına yaz. Onların yazdıklarını da okumayı ihmal etme’ diyorum kendime.
Bu yurt dışında malzeme günümüzde gelişen elektronik teknik vasıtasıyla hiçte az değil. Üstelik her dil, her kültür bir dünya olduğuna göre buralara birkaç günlüğüne izine gelen ve dönen insanların edindiği bilgiden, malzemeden daha fazlası elimizde var. Elbette birden fazla dil bilmenin, birden fazla ülkede yaşamanın zorlukları var. Tekrar ediyorum doğru değerlendirilirse yararları daha fazladır. Farklı dil bilme, farklı ülke ve kültürleri arasında dolaşmanın verdiği geniş algılama, fantezi savrukluğu gerektirmiyor. Laf ebeliğini de geliştirmez. Geliştirmemesi de gerekir. Bu farklı dil ve kültürlerin birlikte yaşanması bazen kargaşa yaratıyormuş gibi görünse bile ben bunun başta yazın alanı olmak üzere tüm kültür ve sanat alanları için bir avantaj olduğuna inanırım. Daha da önemlisi bu farklılıklar kelimeleri veya boyaların dans etmesiyle birleşir. Bu nedenle ilk başta anlaşılmasa bile var olandan farklı imgelerin yakalandığını ve o acıların, özlemin, çilenin, başarıların sevincinin kendisine has özgürce imgelendiğini görürüz.
Elbette gerek denemelerde, gerekse şiirlerimde, masal ve öykülerimde fotoğraf karelerimde en temel unsur gözlemlerimdir. Çalışma hamurumun mayasını gözlemlerim oluşturur, ama farklı dil, kültürlerin eşleşmesinin verdiği zevkin heyecanın ürünü olarak oluşurlar. Ancak nedense gözlemlerimde daima ezilenin, sömürülenin, sürgüne çıkmak zorunda kalanın çektiği acılar, çileler ve umutları var. Özellikle bu insanların çile ile acılar arasında yaşadıkları umudun heyecanı, sevda çalışmalarımın mayası ve ana maddesi oluyor. Ben gücünü halktan alan emekçi bir yazın ve sanat adamın çevresindeki acı çekenlerle birlikte olması, acı çekmesi, araştırmalarını, umutlarını beklentilerini de bu çile, acı ve özlemler içinde araması gerektiğine inanıyorum.
Bunun için ben sürekli Almanya’da, Türkiye’de, gittiğim başka ülkelerde varoşları dolaşırım, yoksulları ve varlıklı güzellikleri karelerim ve bu yörelerde yaşayan, takip eden, yazın ve sanat adamını izlemeyi yeğliyorum.
Kısacası her yazın adamı, sanat adamı olduğu yerde, kendi gözlemleriyle işe başlar. İşte benimde yaptığım hem içinde doğduğum yetiştiğim Türkiye’nin, Türkçenin, hem de anadilim olan Kürtçenin ve bunlarla birlikte çocuklarımın içinde büyüdüğü ve ekmeğimi kazandığım Almanca ve Almanya’nın verdiği olanaklar ölçüsünde gözlemeye edindiklerimi yazmaya çalışıyorum. Kimseyle yarışmadan ve kimseye de burun kıvırmadan.
Bu kitapta özellikle kendilerinden çok şey öğrendiğim, birlikte olduğum usta yazarlarımızdan ve yazar ve sanatçı arkadaşlarım için yazdıklarımın bir kısmını toparladım.”
Yazarın bu kısa açıklaması bile bize çok yararlana bileceğimiz ve okunması gereken bir kitap olduğunu kanıtlamaktadır..
Molla Demirel’in “İKİ KANALDAN BESLENEN EDEBİYAT – Gerçeği Yansıtmalı Objektifim “ adlı eserini okumak isteyenler aşağıdaki adreslerde edinebilirler.
Gelişim Sanat Kültür Merkezi Yayınları
Haşim İşcan Mahallesi 1304 sk. No 34 Antalya
Radio Kaktus Münster e.V.
Almanya – 48143 Münster, Verspoel 7 – 8