İşten yorgun argın döndü. Ceketini omuzundan sıyırdı acele ile kendisini koltuğa attı.
“On insanın işini iki insan nasıl kavuştursun. Dizden derman kalmıyor. Kaç yıl dayanılır, bu lanet olasıca ağır yüke. Diğer sekiz arkadaşı sokağa attılar. Adalet, ve insan haklarının ihlal edilmediği ülkeymiş ve sosyal devletmiş, bilmem daha neler, neler… Böyle adalet, böyle sosyal devlet batsın yerin dibine’’ dedi.
Bu cümlelerin ardından kalktı odanın penceresini açtı. Başını kaldırdı gökyüzüne baktı. Çamur grisine bürünen bulutlardan damlalar yavaş yavaş iniyordu yer yüzüne. Perdeyi çekti ve konuşmasını sürdürdü:
“Geçenlerde Marion’u gördüm. ‘Hiç yaşamın tadı kalmadı. Tüm dünya bozuldu. İnsanlık ve komşuluk ilişkileri günbe gün yok oluyor. İşsizlik parası da yakında kesiliyor. O zaman tümden perişan olacağız’ demişti. Ne iyi kadındı. İki kişinin işini yapardı. İşini yapar ken hep yüksek sesle türkü söylerdi. Yanına varan arkadaşları anlattığı fıkra ve espirilerle güldürürdü. Kadıncağız belinde payda olan ağrılara dayanamadı. Doktora giti. Doktorlardan biri öbürüne yolladı.Ona sık sık istirahat yazdılar. Son iki yılda fazla istirahat yaptı diye attılar işinden. Bellini ağır iş incitti. Çektiği acılar yetmiyormuş gibi, birde işsizlik acısı yüklendi sırtına. İşte adaletleri bu, İnsanlığa yer vermeyen, böyle adalet batsın yerin dibine…”
Sakine bunları mırıldandıktan sonra, tekrar koltuğa bıraktı kendini, masada duran Televizyon yöneticisini aldı, döğmeye bastı. Sunucu Balkan ve Ortadoğu ülkelerindeki savaşları veriyordu. Yıkılmış evler. Param parça olmuş insan vucutları. Köpekleşleri gibi yolların ortasında serili kan içinde çocuklar….
Elindeki uzaktan yönetme cihazın başka bir dügmesine bastı. İlk duyduğu cümle “1899’da Laheydeki 1. dünya Barış konferansı ile başladığı silahsızlanma çalışmalarını sürdürürken, 1999’da silahlanmaya harcanacak paranın üç yüz milyar dolara (yüz elli trilyon TL) ulaşacağı kayıd edildi” oldu.
Ekranda yeni teknikle donatılmış panzerleri, savaş uçaklarını izledi. Gözleri karardı. Dünyamız da yedi yüz milyon insanın açlıkla karşı karşıya kaldığını resmi kaynaklar verirken, devletlerin kaynaklarının önemli bir bölümünü ”savaş araç ve gereçlerine aktarmaları ne büyük utanmazlık” dedi.
Tekrar ekrandaki haberleri izlemeye çalıştı. Sunucu “dünyada en çok silah satan ülkelerin başın dan, Amerika, Fransa, Almanya ve Rusya’nın olduğunu ve 1990 – 1995 rakamlarına göre, ülkele rin birbirlerinden satın aldıkları silahların toplam maliyeti yüz altmış milyar dolara ulaştı. Türkiye, altı milyar yüz altmış yedi milyon dolarlık silah ithaliyle dünyada altıncı olduğunu eldeki kaynaklar ortaya koyuyor” dedi.
Sakine televizyonun uzaktan yöneticisinin düğmesine acele ile bastı. Ellerini saçlarına götürdü, iki dal saç aldı, parmaklarına dollamaya başladı. Önündeki gazetede yetkililerin Gümrük Birliği’ne ülkenin girmesi için Avrupalı yetkililerin tek tek kapılarını dolaşarak ikna etmeye çalıştığı haberi gözüne ilişti.
“İt oğlu itler. Halkın varını yoğunu elinden alın ve böylesine huvardaca harcayın sizler. Neden ülkelerin kalkınmasında Türkiye altıncı sırada yer alamıyor? Halk işsizlikten, yoksulluktan inim inim inlerken, siz parayı silah üreten ülkelere aktarır, onlardan aldığınız silahlarla ülkenizi kana bularsanız, Avrupa Birliği’ne girmek için daha çok beklersiniz. Bu parayı ülkenin kalkınma sına yatırsaydınız. Bugün biz bu Avrupa ülkelerinin en kirli ve ağır işlerini yapanlar olmazdık. Ülke de bu etnik kargaşanın ve kaosun içine sürüklenmezdi” diye söylendi.
Kalksam mutfakta birşeyler hazırlasam, oğlan birazdan spordan gelecek, dışarı buza kesilmiş, bari yavrum sıcak birşeyler yerse, middesi ısınır” dedi.
Bu sözlerin ardından gene elleri yöneticinin düğmesine vardı. Ekranda Türk ordusunun savaş gücü veriliyordu.
“Türkiye; beş yüz altmış bin hazır, bir milyon beş yüz bin hemen seferber edilebilir askeri personeli, beşbine’e yakın tankı ondokuz deniz altısı, yirmi dört savaş uçağı filosu (her filo on iki ile on sekiz uçaktan oluşuyor) ile dünyada en büyük orduya sahip ülkeler sıralamasında dokuzuncu oldu. Savaş araçları ve malzemeleri üreten sanayi ile dünyanın en büyük ülkeleri olan Almanya onjbir ve Fransa on ikinci sırada yer alıyor.”
Bunların ardından gene ekranlara dünyada yürütülen savaşlar geldi, Bosna, Irak ve Türkiye Kürdistan’ında yıkılmış evler, çocukların parçalanmış cesetlerine sarılan ağıt yakan analar..
Sakine kapattı tekrar televizyonu geçmişten okuduğu ve haberlerde izlediği barış konferanslarından alınan kararları anımsamaya çalıştı. Sonra birinci ve ikinci dünya şavaşlarında yitirilen milyonlarca insanı düşündü… Bombalanmış köyleri dolaşan ve yakılan evlerin harabelerinden yeşeren bir çiçeği gören, o çiçeği okşayan Leyla Zane’yi ve bugün haritadan silinen çocukluğunun geçtiği köyünü anımsadı…
“Dünya hiç bir zaman günümüz kadar kaos içine girmememiş. İnsanlık bu kadar kirlenmemiş. En acısı umut kapıları bu kadar kapanmış değildi. ” dedi.
Başının kaldırdı kitaplığın önündeki Nurhak’da vurulan Sinanların fotoğrafı ilişti gözüne. Gözlerinden yanaklarına gümüş sicimi gibi damlalar akmaya başladı. Kalktı, gitti yüzünü yıkadı. Uzun bir ağıt havası tutturdu, mutfağa girdi, işini yaparken güzel sesinin odadan odaya aktığının ayrımında değildi…

Kasım 1995